Yazar: Sevdenur Belge
Son yıllarda Türkiye’nin Afrika’ya yönelik ilgisi, kıtanın uluslararası sistemde artan stratejik önemi doğrultusunda hem akademik çevrelerde hem de siyasi alanda belirgin bir şekilde artmıştır. Afrika’nın sahip olduğu zengin doğal kaynaklar ve henüz keşfedilmemiş olduğu düşünülen petrol rezervleri, bu ilginin temel motivasyonları arasında yer almaktadır. Bununla birlikte, Türkiye’nin uzun yıllar boyunca dış politikasının temel yönelimlerinden biri olan “Batılılaşma” çerçevesinde Afrika ülkelerine yönelik sınırlı bir angajman geliştirdiği görülmektedir. Günümüzde Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerinde kaydettiği ilerleme, geçmişteki bu ihmalin ve tek yönlü politik yaklaşımların aşılması açısından önemli bir dönüşümü temsil etmektedir.
Afrika’nın Küresel Güçler Arasındaki Stratejik Konumu ve Türkiye’nin Politik Yaklaşımı
Afrika kıtası, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın köle ticareti ve sömürgecilik faaliyetleri kapsamında sistematik olarak istismar edilmeye başlanmıştır. 1884-1885 yılları arasında düzenlenen Berlin Konferansı ile kıtanın paylaşımı büyük Avrupa devletleri tarafından hukuki bir çerçeveye oturtulmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise sömürge yönetimlerinden kurtularak bağımsızlıklarını kazanmaya başlayan Afrika devletleri ile Türkiye arasındaki ilişkiler, tarihsel süreç içerisinde dalgalı bir seyir izlemiştir. Osmanlı Devleti döneminde, özellikle kıtanın kuzeyindeki bölgelerde Osmanlı hakimiyetinin bulunması, bu coğrafya ile süreklilik arz eden bir ilişkinin gelişmesini sağlamıştır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 1990’lı yılların sonlarına kadar Afrika ile olan ilişkileri oldukça sınırlı kalmış, bu dönemde Türkiye’nin ne belirgin bir Afrika politikası ne de kıtaya yönelik stratejik bir açılım girişimi söz konusu olmuştur.
Afrika kıtası, uzun yıllar boyunca uluslararası sistemde marjinal bir konumda değerlendirilmiş ve büyük güçler tarafından ikincil öneme sahip bir bölge olarak görülmüştür. Özellikle Soğuk Savaş döneminde kıta, Doğu-Batı bloklaşmasının ikincil bir unsuru olarak kabul edilmiş, siyasal ve güvenlik eksenli yaklaşımlar nedeniyle büyük güçler açısından stratejik bir öncelik taşımamıştır. Bu durum, Afrika üzerine akademik ilginin sınırlı kalmasının temel sebeplerinden biri olarak değerlendirilebilir. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte küresel güç dengelerinin değişime uğraması, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dış politikanın yeniden değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.
Bu bağlamda, 1990’lı yıllardan itibaren büyük güçlerin Afrika kıtasına yönelik artan ilgisi, yeni bir küresel rekabet alanı oluşturmuştur. Tarihsel olarak Berlin Konferansı sürecinde olduğu gibi kıtanın resmi bir paylaşımı söz konusu olmasa da Avrupa Birliği (AB), Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin başta olmak üzere, Japonya, Hindistan, Brezilya ve Rusya gibi ülkeler Afrika’daki ekonomik ve politik nüfuzlarını artırmak adına kıyasıya bir rekabet içerisine girmişlerdir. Bu çerçevede, Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Thabo Mbeki’nin ‘‘Afrika Rönesansı’’ söylemi ve 21. yüzyılın ‘‘Afrika Yüzyılı’’ olacağına yönelik vurgusu, kıtanın artan jeopolitik ve ekonomik önemini yansıtan dikkate değer bir tespittir.
Türkiye’nin Afrika kıtasına yönelik dış politikasını anlamlandırabilmek için, küresel güçlerin kıtadaki varlıklarının ve etkilerinin incelenmesi büyük önem taşımaktadır. Zira bu güçlerin Afrika’daki faaliyetleri, Türkiye’nin kıtaya yönelik ilgisini artıran dışsal faktörler arasında yer almaktadır. Türkiye’nin bölgesel güç olma hedefi doğrultusunda Afrika’yı göz ardı etme lüksü bulunmamaktadır. Ancak mevcut koşullar değerlendirildiğinde, Türkiye’nin kıtadaki etkinliği, halihazırda bölgeye nüfuz etmiş olan büyük güçlerle rekabet edebilecek düzeye ulaşmış değildir. Dolayısıyla, Türkiye’nin Afrika politikasını şekillendirirken, kıtadaki büyük güçlerin politikalarıyla karşılaştırmalı bir çerçevede ele alması gerekmektedir.
Türkiye – Güney Afrika ilişkileri
Genel olarak Afrika kıtası ile Türkiye arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler, son yıllarda istikrarlı bir şekilde gelişmiş ve bu süreç, kıtadaki diplomatik temsilciliklerin sayısındaki artışla desteklenmiştir. 2003 yılında Afrika’da yalnızca 12 büyükelçiliği bulunan Türkiye, 2024 itibarıyla bu sayıyı 44’e yükseltmiş olup, yakın gelecekte 50’ye ulaşması öngörülmektedir. Güney Afrika, Türkiye’nin kıtadaki en güçlü diplomatik varlığa sahip olduğu ülkelerden biri konumundadır. Türkiye’nin Pretoria Büyükelçiliği ve Cape Town Başkonsolosluğu aracılığıyla yürütülen diplomatik faaliyetler, kapsamlı bir kurumsal yapı ile desteklenmektedir.
Türkiye ile Güney Afrika arasındaki diplomatik ilişkiler, 1948-1994 yılları arasında iktidarda bulunan Ulusal Parti hükümetinin resmî devlet politikası olarak benimsediği ve yasalar yoluyla ırksal ayrımcılığı kurumsallaştırdığı apartheid rejimi nedeniyle sınırlı bir düzeyde kalmıştır. Afrikaanca kökenli “apartheid” kelimesi, “ayrılık” anlamına gelmekte olup, bu sistem Güney Afrika’nın uluslararası alanda izole edilmesine yol açarken, Türkiye ile ilişkilerinin de gelişimini engellemiştir.
Apartheid rejiminin sona ermesinin ardından iki ülke arasındaki ilişkilerde belirli bir ivme kazanılmış olsa da tarafların karşılıklı temkinli yaklaşımları, stratejik bir ortaklık inşa edilmesini zorlaştırmıştır. Türkiye, Güney Afrika ile daha yapıcı ve kapsamlı ilişkiler geliştirmeyi hedeflemişse de Pretoria yönetimi uzun süre mesafeli bir tutum sergilemiştir. Ancak, bu mesafe zamanla özellikle Filistin meselesi bağlamında ortak değerler ve politik perspektiflerin ön plana çıkmasıyla kademeli olarak azalmış ve ikili ilişkilerin gelişimine zemin hazırlamıştır. Uluslararası ilişkilerde diplomasi, devletlerin stratejik çıkarlarını koruma gerekliliği çerçevesinde şekillenmekte olup, coğrafi veya ideolojik farklılıklar içeren ülkeler dahi ortak paydalar etrafında bir araya gelebilmektedir.
Son yıllarda, her iki ülkenin de Dışişleri Bakanlarının insan hakları ve özgürlükler konusundaki ortak söylemleri, karşılıklı anlayışı artırarak diplomatik ilişkilerin daha yakın ve yapıcı bir zemine oturmasını sağlamıştır. Bununla birlikte, uluslararası sistemde güç dengeleri ve bölgesel dinamikler dikkate alındığında, bir devletin kayıp olarak değerlendirdiği bir gelişme, başka aktörler için diplomatik bir kazanım niteliği taşıyabilmektedir. Bu çerçevede, Türkiye ve Güney Afrika arasındaki ilişkilerin geleceği, karşılıklı çıkarların dengelenmesi ve küresel gelişmelere uyum sağlanmasıyla şekillenecektir.
Türkiye’nin Güney Afrika’daki diplomatik misyonları bünyesinde eğitim, ticaret, iletişim, din (sosyal), askeri ve emniyet müşavirlikleri aktif olarak görev yapmaktadır. Ayrıca, Türk İş Birliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), Türk Hava Yolları (THY), Yunus Emre Enstitüsü, Anadolu Ajansı (AA) ve Türkiye Maarif Vakfı gibi kurumlar, Türkiye’nin bölgedeki kültürel ve ekonomik etkisini artıran önemli aktörlerdir. Bununla birlikte, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Dünya Türk İş Konseyi (DTİK) ve Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği (MÜSİAD) gibi iş dünyası temsilcileri, Türkiye-Güney Afrika ekonomik iş birliğinin geliştirilmesine katkı sağlamaktadır.
Ayrıca, Ottoman Heritage Trust SA, Turksay, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) ve Anadolu Gençlik Derneği (AGD) gibi sivil toplum kuruluşları, kültürel ve sosyal etkinlikler düzenleyerek Türkiye’nin Güney Afrika’daki kamu diplomasisi faaliyetlerinde önemli bir rol üstlenmektedir. Türkiye’nin kıtadaki diplomatik, ekonomik ve kültürel varlığının giderek güçlenmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin derinleşmesine ve iş birliği alanlarının genişlemesine olanak tanımaktadır.
Peki Güney Afrika’da bu kadar çok yönlü kuruluş olmasına rağmen neden diğer Afrika ülkeleri kadar etkili değildi? Bu sorunun cevabının iki nedeni vardı: Güney Afrika hükümetinin, Türkiye’yi kendisi için partner olacak bir devlet olduğunu fark edememesi; ikincisi ise Güney Afrika’nın öneminin diplomasi çevreleri tarafından yeterince anlaşılamamasıydı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Güney Afrika’da
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, G20 Dışişleri Bakanları Toplantısı kapsamında bulunduğu Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde, Osmanlı döneminden kalan Nur’ul Hamidiye Camii’ni ziyaret etti. Ziyareti sırasında cami içinde gençlerle birlikte otururken çekilen fotoğrafını X hesabında paylaşarak, tarihi ve kültürel mirasın önemine vurgu yaptı. Güney Afrika’da Osmanlı mirasının bir parçası olarak yer alan ve adını Osmanlı Sultanı ve İslam Halifesi II. Abdülhamid’den alan Nur’ul Hamidiye Camii’ne gerçekleştirilen bu ziyaret, sembolik bir anlam taşımasının yanı sıra Türkiye-Afrika diplomatik ilişkilerinde yeni bir dönemin işaretlerini de barındırmaktadır. Bakan Fidan, cami ziyaretinde cemaat ve çocuklarla bir araya gelerek, kültürel bağların güçlendirilmesine yönelik temaslarda bulundu. Camide Güney Afrikalı vatandaşlarla sohbet eden Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, caminin tarihi ve kültürel önemi hakkında bilgi aldı ve çeşitli incelemelerde bulundu.
Güney Afrika ve Etiyopya, kıtanın diplomasi merkezleri olarak öne çıkmaktadır. Afrika ülkelerinin diplomatik temsilcileri, her yıl Etiyopya’nın başkenti ve Afrika Birliği’nin merkezi olan Addis Ababa’da bir araya gelerek bölgesel ve kıtasal meseleleri değerlendirmektedir. Ancak alınan kararların uygulama süreçleri, Güney Afrika’nın yürütme başkenti Pretoria ve yasama başkenti Cape Town’da şekillenmektedir. Bunun yanı sıra, Güney Afrika hem Pan-Afrikan politikalarının merkezi hem de Afrika diasporasının önemli bir noktası olarak kabul edilmektedir. Siyasi rolünün yanı sıra kıtanın en büyük ekonomisine sahip olan Güney Afrika, aynı zamanda enerji ve madencilik sektörlerinin yönetildiği stratejik bir merkez konumundadır.
Sonuç olarak, coğrafi olarak uzak görünse de ortak değerler ve diplomatik faydalar açısından Türkiye ile kesişim noktalarına sahip olan bu bölgeyle ilişkilerin güçlendirilmesi, uluslararası arenada Türkiye’nin etkisini artıracaktır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın meslektaşlarının aksine ilişkileri iyileştirme yönünde attığı adımlar, Türkiye’nin Afrika politikasında yeni bir dönemin habercisi niteliğindedir.
Bu süreçte dikkat çeken en önemli noktalardan biri, küresel adaletsizliğe karşı ortak bir duruş sergileyerek iş birliği içinde hareket edilmesidir. İki tarafın, “birlik olmamız gerekiyor” anlayışından ziyade, “zaten birlik içindeyiz” farkındalığıyla ortak bir paydada buluştuğu gözlemlenmiştir. Küresel adaletsizliğe karşı birlikte tavır almaları ve küresel terörle mücadelede benzer bir söylem benimsemeleri, diplomatik ilişkilerin derinleşmesine katkı sağlamıştır. Bu doğrultuda atılan adımlar, Türkiye ile Güney Afrika arasındaki ilişkileri güçlendirerek diplomasi alanında daha sıkı temasların kurulmasını teşvik etmektedir.
Kaynakça
Türkiye’nin Yeni Afrika Politikasını Güney Afrika Üzerinden Okumak/ FOKUS
https://www.fokusplus.com/odak/turkiyenin-yeni-afrika-politikasini-guney-afrika-uzerinden-okumak
Sıddıkoğlu, Muharrem Günay. “DÜNDEN BUGÜNE TÜRKİYE’NİN AFRİKA POLİTİKASI VE AFRİKA’DAKİ TÜRK VARLIĞI.”
Tepeciklioğlu, E. E. (2012). Afrika kıtasının dünya politikasında artan önemi ve Türkiye-Afrika ilişkileri. Ankara Üniversitesi Afrika Çalışmaları Dergisi, 1(2),
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve UDİAD’ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.