Kıbrıs Türk halkının eşsiz bir mücadele ve fedakarlıklarla kurduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin kuruluşunun üzerinden 41. yıl geçti. Millî mücadele önderlerimiz Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş’ın her zaman belirttiği gibi, bir halkın ulaşabileceği en yüksek ve en onurlu rütbe bağımsız ve egemen bir devlete sahip olmaktır.
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türk dünyasındaki yeri ve önemi ise her geçen gün giderek artmaktadır. Türk Dünyası’nın en güneydeki bağımsız Türk Cumhuriyeti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin Türk Dünyası tarafından tanınmasının geç kalmışlığının dayanılmaz ağırlığını, özellikle siyasi ve güvenlik kaygıları çerçevesinde tartışmaktır. Zira bugün dünyada 7 Türk Devleti, 13 Özerk Türk Cumhuriyeti, 50 civarında Türk topluluğu bulunmaktadır ve bunların toplam nüfusu 300 milyondan biraz fazladır. Türkçe, dünyada konuşulan en büyük 5. dildir ve Orta Asya, Kafkaslar, Anadolu ve Trakya’nın ötesine uzanan Orta ve Batı Avrupa’daki Türkler tarafından ana dil olarak konuşulmaktadır. Bu büyük gücün küresel bir aktör olarak öncü roller üstlenmesi ve buna paralel olarak hem devletler hem de sivil toplum örgütleri arasında önemli ve etkili stratejik projeler yürütülmesi gerekmektedir.
KKTC’nin Stratejik Önemi
Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, eşsiz bir stratejik ve coğrafi konuma ve öneme sahiptir. Türkiye’ye sadece 70 kilometre uzaklıkta olan ada, Türkiye’nin güvenliği, kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), hava sahası kontrolü, açık denizlere erişim ve stratejik savunma derinliği açısından büyük öneme sahiptir. Başka bir deyişle, Kıbrıs Türkiye ve Türk dünyası için basit bir kara parçası değildir. En basit tabirle, KKTC’nin varlığı Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yasal ve siyasi haklarını savunması için elzemdir. KKTC’nin güvenliği Türkiye ile başlar ve Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs ile başlar.
Bu noktada, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın 2020 seçimlerini kazanarak ortaya koyduğu yeni politika, bu jeopolitik ve tarihi gerçeklere ve çağrılara çok doğru bir zamanlamayla verilen bir yanıttır. Yeni süreç, egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü çerçevesinde iki bağımsız devlet arasında iyi komşuluk ilişkilerine dayanan bir iş birliği şeklinde olacaktır. Yani Kıbrıs’ta adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm, uluslararası toplumun uzun yıllardır Kıbrıs Rum liderliğine verdiği, yetkisini, egemenliğini ve gücünü aşan sanal statüyle değil, adadaki mevcut gerçeklerle sağlanabilir.
2004 yılında İslam İş Birliği Teşkilatı’na (İİT), 2012 yılında ise Ekonomik İş Birliği Teşkilatı’na (EİT) gözlemci üye olan KKTC, 2022 yılında anayasal ismiyle Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) gözlemci üye olmayı başardı. 21. yüzyılı Türk yüzyılı yapma ve tüm siyasi dengeleri derinden etkileme potansiyeline sahip olan TDT, KKTC’nin katılımıyla daha da güçlenmiş, KKTC’nin ata yurdu Orta Asya’dan Doğu Akdeniz’e kadar kurulacak köprünün temelleri atılmıştır. Tüm bu tarihi diplomatik başarılar, kendisini hala adanın tek hâkimi olarak gören Rum tarafına ve haksız ve hukuksuz üyeliklerinin ardından şantaj ve tehditlerle Kıbrıslı Türklerin uluslararası platformlarda seslerini duyurmalarını engelleme çabalarında araç ve enstrüman olan Avrupa Birliği’ne (AB) karşı elde edilmiştir.
KKTC’nin Bağımsızlığına Giden Süreç
Türkiye’nin Kıbrıs’a operasyon başlatmasının üzerinden 50 yıl geçti. Operasyondan sonra kuzey ve güney olarak ikiye ayrılan adadaki sorun, Akdeniz’in ortasında dondurulmuş bir sorun olarak kalmaya devam ediyor. Tarihteki birçok jeopolitik sorun gibi, bu sorunun da karmaşık bir geçmişi var. 307 yedi yıllık Osmanlı hakimiyetinin ardından ada, 1878’de İngiliz koruması altına girdi. O dönemde adada Türkler ve Rumlar dağınık bir şekilde yaşıyordu.
1950’lerde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması için örgütlenen EOKA gerilla hareketi güçleniyordu. Şiddet artmıştı. Türk tarafı da ‘‘Ya bölünme ya ölüm’’ sloganıyla adanın bir kısmının Türkiye’ye ilhak edilmesini talep ediyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti, adadaki iki halkın eşitliği temelinde, 1960 yılında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde kurulmuştur. Ancak adada ki Rumlar bu sonuçtan rahatsız oldular. Türklerin eşit haklara sahip olmasına karşıydılar. 1963’te Türklere verilen haklar Cumhurbaşkanı Makarios tarafından kaldırıldı ve Yunanistan ile birleşme konuşmaları Rum tarafında tekrar yükselmeye başladı. Bu dönemde adada yaşayan Türklere karşı şiddet zirveye ulaştı.
15 Temmuz 1974’te adada bir darbe gerçekleşti. Darbe, Yunan askeri cuntası tarafından desteklenen ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek isteyen EOKA lideri Nikos Sampson tarafından gerçekleştirildi. Bu olay adanın kaderini belki de geri döndürülemez bir şekilde değiştirdi. Beş gün sonra Türkiye, adadaki Türklerin güvenliğini gerekçe göstererek askeri bir operasyon başlattı ve operasyonun sonunda adanın %37’si Türk kontrolüne geçti. Daha sonra Türk kontrolündeki kısım 1983’te bağımsızlığını ilan etti. Ancak hiçbir ülke bu devleti tanımadı ve ‘‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’’ ilan edildi.
Batı’nın Kıbrıs’da Rolü
Batı dünyası Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin bağımsızlığını tanımadığı gibi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) üzerinden hem Doğu Akdeniz’de hem de Orta Doğu’da birçok faaliyetlerini gerçekleştirme amacı güdüyor.
Geçtiğimiz aylarda, ABD Uluslararası Güvenlik İşleri Savunma Bakan Yardımcısı Celeste Wallander ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Savunma Bakanı Vasilis Palmas, İkili Savunma İş Birliği Yol Haritası’nı imzalamıştı. Yapılan açıklamada yol haritasının önümüzdeki beş yıl boyunca ikili savunma ilişkisinin öncelikleri ve yönü konusunda temel bir anlaşma olup, güvenlik ortaklığımızda ileriye doğru atılmış hoş bir adım olduğu ifade edildi. Konuyla ilgili yapılan açıklamalarda ise şu ifadelere yer verildi:
Yapılan açıklamada “Bu imza, Doğu Akdeniz’de istikrar ve güvenliği artırmak için geçen Haziran ayında Washington’da düzenlenen ikinci ABD-GKRY Savunma ve Güvenlik İş Birliği Diyaloğu’na dayanmaktadır’’
Bu iş birliği ABD GKRY’yi üssü haline mi getiriyor? sorularını gündeme taşıdı. Türkiye-Mısır ilişkilerinin normalleşmeye başlamasıyla Batı siyaset sahnesinde hareketlilik arttı. ABD, yakınlaşmadan duyduğu rahatsızlığı GKRY ile ‘‘Savunma İşbirliğine İlişkin Yol Haritası’’ anlaşmasını imzalayarak gösterdi. ABD 2022’de de Yunanistan-Türkiye krizinin yaşandığı süreçte Güney Kıbrıs’a yönelik 35 yıllık silah ambargosunu kaldırmıştı.
Bunun yanında Batı’nın İsrail’e silah desteğini GKRY üzerinden yaparak adayı kullandığı da biliniyor. İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları ve Lübnan’a yönelik olası askeri harekâtı öncesinde, Batılı ülkelerin Kıbrıs Rum tarafındaki askeri lojistik faaliyetlerinde önemli bir artış yaşandı. Askeri ve istihbarat kurumlarının çalışmaları hakkında araştırmacı haberler yapan British Declassified UK’nin internet sitesinde yer alan habere göre, Ekim 2023’ten bu yana İngiliz askeri kargo uçaklarının İsrail’e yaptığı 60’tan fazla uçuşun büyük çoğunluğu, Limasol kenti yakınlarındaki “egemen üs” statüsüne sahip Akrotiri (Agrotur) Hava Üssü’nden gerçekleşti.
İngiltere Savunma Bakanlığı, İngiltere’nin ABD aracılığıyla doğrudan veya dolaylı olarak Troodos Dağı, Akrotiri ve Ayos Nikolaos’taki tesislerden İsrail’e istihbarat desteği sağladığı iddialarını sürekli olarak reddetti. İngiltere’nin geçen yıl tesislerin modernizasyonu kapsamında askeri üslerindeki konaklama yerlerinin sayısını artırmasının, 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını desteklemek üzere adaya konuşlandırılacak ek özel kuvvet personelini barındırmak için yapıldığı iddia edildi. Nisan ayında, İran’ın İsrail’e yönelik misilleme saldırıları sırasında, İngiliz egemen üslerinden havalanan İngiliz Hava Kuvvetleri uçakları, İran füzelerini ve insansız hava araçlarını havada düşürme görevini üstlendi. İngiliz üslerinin İsrail’e askeri destek için kullanılması, adada zaman zaman protesto gösterilerine yol açıyor. Filistinlileri destekleyen aktivistler, İngiltere’nin İsrail’e verdiği askeri desteğe dikkat çekmek için üslerin önünde gösteriler düzenliyor.
ABD’nin bölgedeki bazı operasyonlarında İngiliz üslerini kullandığı yönünde iddialar da var. Declassified’da, ABD Savunma Bakanlığı’nın Ortadoğu’daki barışı koruma faaliyetlerine desteği izlemek amacıyla 1974’ten beri adada varlık gösterdiği belirtiliyor. İsrail basını, ABD’nin Ekim 2023’te İsrail’in Gazze’ye saldırısının hemen ardından İngiliz üslerine büyük miktarda teçhizat ve silah gönderdiğini ve sadece 1 ayda adaya 20 kargo uçağının indiğini bildirdi. Yunan ve İngiliz basınında yer alan iddialara göre, ABD’nin istihbarat uçuşları da Akrotiri’den yapılıyor. Bu haberlerde, casusluk uçuşları yapan ABD’nin keşif filosunun da Ortadoğu’daki operasyonlara hazırlık amacıyla 129 Amerikan hava kuvvetleri personelinin bulunduğu Akrotiri’de kalıcı olarak konuşlandırıldığı iddia ediliyor. Gündemdeki bir diğer konu ise ABD Hava Kuvvetleri’nin adadaki İngiliz topraklarındaki varlığının artması ve bunun kamuoyundan gizli tutulmaya çalışılması.
Mart 2019’da hazırlanan bir ABD Hava Kuvvetleri belgesine göre, Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne ait olan Akrotiri’de 2018 yılında 87 ABD’li havacı bulunuyordu ve bu sayının 6 yılda yüzde 48 artırılması planlanıyordu. Artan temel ihtiyaçları karşılamak için kurulacak tesislerin maliyetinin 27 milyon dolar olacağı tahmin ediliyordu. Öte yandan ABD’nin İngiliz üslerini kullanarak Avrupa’dan İsrail’e silah gönderdiği iddiaları olmasına rağmen, ABD Savunma Bakanlığı bu konuda ayrıntı vermeyi reddediyor.
Türkiye’nin Güvenliğe Tehdit mi?
ABD, Eylül 2020’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) yönelik silah ambargosunun kaldırılması yönünde aldığı kararın kapsamını genişleterek, ‘‘Uluslararası silah ticareti düzenlemeleri, 1 Ekim 2022’den itibaren yeni politikayı yansıtacak şekilde değiştirilecektir.’’ kararını aldı. ABD, bu kararla, Kasım 1987’den bu yana Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uyguladığı ambargoyu tamamen sona erdirmiş oldu. ABD, bunun sonucunda 1987’den bu yana Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uyguladığı ‘‘savunma ticareti’’ kısıtlamalarını 2023 mali yılında kaldırdı.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs adasının tümünü tek başına temsil etme yetkisine sahip olmamasına rağmen, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hak ve çıkarları hiçe sayılarak imzalanan ‘‘İkili Savunma İşbirliği Yol Haritası’’, 11 Şubat 1959’da Zürih’te Türkiye ve Yunanistan Başbakanları tarafından imzalanan ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı’’ bağlamında, 16 Ağustos 1960’ta Türkiye, İngiltere ve Yunanistan garantörlüğünde eşit haklara sahip Türk ve Rum toplumları tarafından kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve anayasasının ihlalini teşkil etmiştir.
ABD tarafından militarize edilen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Doğu Akdeniz’de büyük bir güvenlik sorunu yaratacak vahim bir durum ortaya koymaktadır. Yunanistan’ın uluslararası anlaşmalara aykırı olarak ve hukuka aykırı bir şekilde “Adalar Denizi”ni militarize etmesi, ABD’nin de benzer şekilde Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek şekilde Dedeağaç’ta deniz ve hava üsleri kurması, Meis Adası’nın Yunanistan’ın “Münhasır Ekonomik Bölgesi”ne dahil edilmesi, ABD, AB, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’de hiçbir hukuki statüsü olmayan bir masanın üzerine çizilen “Sevilla Haritası” ile Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsedip hidrokarbon yataklarından uzak tutmayı amaçlayan planlı ve sinsi oyunları ve son olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ABD arasında imzalanan anlaşma, Doğu Akdeniz’de yeni bir “Yunan-Yunan Kuşağı” yaratma girişimleridir.
Sonuç olarak, Batı’nın Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki planlarına karşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin karar alıcılarının Kuzey Kıbrıs ve Mavi Vatan için acil bir eylem planı hazırlamaları elzemdir. Bu nedenle Türkiye, her türlü imkânı kullanarak hava, deniz ve kara yoluyla Ada ile bütünleşmelidir. Türkiye, KKTC’de kalıcı, kapsamlı ve operasyonel bir hava ve deniz üssü kurmalıdır. Bir diğer konu ise, kardeş ülke Azerbaycan ve diğer Türk devletlerinin Kuzey Kıbrıs için acilen tanınmasıdır. Türkiye’nin yeni müttefikleri diyebileceğimiz Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerin KKTC ile ilişkileri geliştirilmelidir. Artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bizim için vazgeçilmez olduğunu anlamalıyız.