Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Türk Dünyasında Ekonomik ve Siyasi Entegrasyon

Yazar: Reksane CEFEROVA 

Özet

Türkiye, Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’dan oluşan Türk devletleri, ortak Türk mirasına dayanan zengin tarihi, kültürel ve dil bağlarını paylaşmaktadır. Bu halklar arasında ekonomik ve siyasi ilişkilerin gelişimi, iş birliği, çağrılar ve bölgesel entegrasyon çabaları ile karakterize edilen dinamik bir süreçtir. Uzun yıllar boyunca Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dışındaki diğer Türk devletlerinin Sovyetler Birliği’nin bir parçası olması, mevcut entegrasyon sürecine engel teşkil etmiştir. Ancak 1991 yılında SSCB’nin dağılmasının ardından bağımsızlıklarını kazanan 5 Türk devleti arasında siyasi, ekonomik, sosyal ve benzeri diğer alanlarda ilişkilerin güçlenmesi umudu artmıştır. İşte bu süreçlerin arka planında 1993 yılında Ankara’da TÜRKSOY’un kurulması, Türk devletlerinin tek bir çatı altında birleştiği önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Ardından 2009 yılında Nahçıvan’da imzalanan anlaşma ile Türk Dilli Devletler İş Birliği Konseyi’nin kurulması, bağımsız Türk devletleri arasındaki entegrasyon sürecinin bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir. Günümüzde ise değişen dünya düzeni içerisinde Türk devletleri arasında birçok alanda geniş çaplı iş birliği faaliyetleri yürütülmektedir. Tüm bunların sonucu olarak Türk devletlerinin entegrasyon süreci, tarihi, siyasi ve kültürel faktörlerle şekillenen sürekli ve dinamik bir olgudur. Son yıllarda yaşanan tüm zorluklara rağmen Türk devletleri arasındaki ortak çıkarlar, sürecin hızlı bir şekilde gelişmesine etki eden temel faktörlerden biridir. Yürüttüğümüz bu araştırmada, Türk Dilli Ülkeler Zirvesi ile başlayan ve Türk Devletleri Teşkilatı ile devam eden gelişim sürecini inceleyeceğiz ve Türk Dünyası’ndaki entegrasyon çabalarının tarihsel süreç boyunca geçirdiği değişimleri analiz edeceğiz. Araştırmanın amacı, Türk devletlerinin birlikte hareket etme imkanlarını ortaya çıkarmak ve bu konuda yapılan çalışmalara yön vermektir.

Anahtar kelimeler: Ekonomik ve Siyasi ilişkiler, Entegrasyon Süreci, Siyasi ve Kültürel Faktörler

Giriş 

Türkler oldukça zengin bir geçmişe sahip bir halktır. Tarihin farklı dönemlerinde Çin’den Doğu Avrupa’ya kadar çeşitli isimler altında büyük imparatorluklar kurmuştur. Modern dönemde ise Türk Devletlerini birleştiren ve şekillendiren bir dizi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel faktör bulunmaktadır. Uzun yıllar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) içinde yer alan Azerbaycan ve Orta Asya’daki Türk devletleri, 1991 yılında bağımsızlıklarını kazandıktan sonra yeni bir siyasi sürece adım attılar. Sovyetlerin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Türk devletleri, ilk zamanlar siyasi, ekonomik ve sosyal alanda bir dizi sorunla karşı karşıya kalmıştır. Ancak bu ülkelerin bulunduğu coğrafi konum ve sahip oldukları doğal kaynaklar, tam da bu ülkeler için yeni bir ekonomik gelişim fırsatı sunuyordu. Tüm bu ekonomik imkanlara ve yeraltı zenginliklerine rağmen, uzun yıllar Moskova tarafından uygulanan politikalar sonucunda Türk devletleri birçok alanda sorunlarla karşılaşıyordu. Başlıca olarak bu sorunlar arasında soykırımla sonuçlanan Karabağ çatışmasını saymak mümkündür. Daha SSCB döneminde temelleri atılan Karabağ çatışması, Azerbaycan ve Ermenistan’ın bağımsızlık kazanmasının ardından yeni bir trajik evreye girmiştir. Kendisini Sovyetlerin varisi olarak gören Rusya’nın da siyasi ve askeri desteğiyle Ermenistan tarafı, Karabağ’da etnik temizlik gerçekleştirmiş ve bölgeyi işgal etmiştir. Ermenistan, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuk çerçevesinde tanınan topraklarını işgal ederek hem Türk devletleri arasındaki entegrasyon sürecine ciddi bir darbe vurmuş, hem de Güney Kafkasya’da barışın sağlanmasına engel olmuştur. Benzer sorunlar diğer Türk devletlerinde de yaşanıyordu, ancak hiçbirinde bu sorun Azerbaycan’daki kadar trajik boyutlara ulaşmamıştı. Sovyetler Birliği’nin eski cumhuriyetlerinin topraklarında etkisini korumak için yarattığı çatışma odakları, bağımsızlık döneminde de kendini göstermekteydi. Orta Asya’da Kazakistan ve Özbekistan, Özbekistan ve Kırgızistan arasında toprak iddiaları mevcuttu. Bu iddialar, yeni bağımsızlığını kazanmış Türk devletlerinde hem hükümet hem de halk nezdinde entegrasyon sürecine gidişe engel teşkil ediyordu. Ayrıca Sovyetler tarafından uygulanan diğer bir politikanın sonucu olarak Kazakistan, bağımsızlığını kazandığı ilk yıllarda ciddi bir demografik sorunla karşı karşıya kalmıştı. Sadece 1989 yılında yapılan istatistiksel hesaplamalara göre Kazakistan’da yerli Kazakların nüfusu sadece %39,7’yi oluşturuyordu. Bu durum yeni bağımsızlığını kazanmış Kazakistan için kendini tanımlama sürecini zorlaştırıyor ve ülkede Türkleri azınlık konumuna düşürerek ciddi bir asimilasyon sürecine maruz bırakıyordu. Aynı şekilde Özbekistan Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti üzerinde Kazakistan ile keskin bir mücadele söz konusuydu. Bölge, 1924 yılında Sovyetler Birliği’ne dahil edilmiş ve daha sonra 11 Mayıs 1925’te Rusya Federasyonu içinde kurulan Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin bir özerk bölgesi haline getirilmiş, ancak bu özerk bölge 20 Mart 1932’de Kazakistan’dan ayrılarak Rusya Federasyonu’na bağlı Karakalpak Özerk Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüştü. 5 Aralık 1936’da SSCB Anayasası’na göre Özbekistan’a devredildi. 31 Ağustos 1991’de Özbekistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte bölge, Özbekistan sınırları içinde kalmıştı. Benzer bir sorun Kırgızistan ile de yaşanmaktadır. Bugün Sovyetlerin yürüttüğü toprak bölüşümü politikası sonucunda Kırgızistan’a ait birkaç köy, enklav statüsünde Özbekistan sınırları içinde, birkaç Özbek köyü ise aynı şekilde Kırgızistan Cumhuriyeti sınırları içinde yer almaktadır. Sovyetlerin yürüttüğü bu politika, bağımsızlık kazanıldıktan sonra Orta Asya Türk devletleri arasında birbirine karşı güvensizlik yaratmıştı. Mevcut durum, ilk zamanlar Türk devletleri arasında entegrasyon süreci için ciddi bir engel teşkil ediyordu.

Bölgesel Entegrasyon Süreci: Siyasal Aşama

SSCB’nin dağılmasının ardından uzun ve sancılı bir süreçten geçen Türk devletleri, nihayetinde birbirleriyle artan ekonomik iş birliği çerçevesinde ilişkilerini büyük ölçüde güçlendirmiştir. Genel olarak, Türk devletleri uzun yıllar boyunca Sovyetler Birliği’nin uyguladığı politikalara karşı milliyetçi bir siyaset benimsemişlerdir. Çünkü uzun süre Moskova tarafından asimilasyona maruz bırakılan Orta Asya Türk devletleri, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra demografik sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle, ulusal birliği korumak ve iç işlerine yönelik müdahalelere karşı direnç oluşturmak amacıyla milliyetçi politikalar hayata geçirmişlerdir. Bu süreç boyunca Orta Asya devletlerinde uzun vadeli bir kimlik bilinci gelişmiştir. Orta Asya Türk devletlerinden farklı olarak Azerbaycan’da bu bilinçlenme süreci Sovyet döneminden önce başlamıştır. Bu nedenle Sovyetler Birliği’nin çöküşüne neden olan protestoların ve milliyetçi dalgaların 1980’li yılların sonunda Azerbaycan’da yaşandığını söyleyebiliriz. Bu süreçte Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmalar da Türk dünyasının siyasi faaliyetlerinde etkisini göstermiştir. Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra ekonomik olarak Rusya ile ilişkilerini genişletmenin, Rusya’ya bağımlılığı artıracağını ve bunun da Moskova’nın ülkedeki nüfuzunu güçlendireceğini çok iyi anlamıştı. İşte tam da bu nedenle, Ulu Önder Haydar Aliyev’in ileri görüşlü siyaseti sayesinde Azerbaycan enerji alanında bir dizi önemli siyasi adımlar atmıştır. Bu stratejik hamleler, günümüzde Türk devletlerinin entegrasyon sürecini hızlandıran temel unsurlardan biri haline gelmiştir.

Azerbaycan, başlangıçta Bakü-Novorossiysk petrol boru hattına alternatif olarak Gürcistan üzerinden Batı’ya doğrudan ihracat imkânı sağlayan Bakü-Supsa petrol boru hattını devreye almıştır. Elbette ki, bu tür hamleler Moskova’nın tepkisini çekmiş ve çeşitli engeller oluşturma girişimlerine neden olmuştur. Ancak Azerbaycan, tüm bu süreçleri dikkatlice değerlendirerek dengeli bir dış politika izlemiştir. Moskova’nın bu rahatsızlığını yatıştırmak adına Azerbaycan, Bakü-Novorossiysk boru hattının taşıma kapasitesini artırmıştır. Bu hamle, Rusya’nın tepkisini kısmen de olsa hafifletmiştir. Sonraki yıllarda, dünyada artan enerji talebi karşısında Azerbaycan’ın petrol ve gaz ihracat oranı artış göstermiştir. Ancak Bakü-Novorossiysk ve Bakü-Supsa boru hatlarının ihracat kapasitesinin sınırlı olması, yeni bir boru hattının inşasını zorunlu kılmıştır. Nitekim, 18 Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da düzenlenen Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Zirvesi’nde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev, Gürcistan Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze ve Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in katılımıyla “Ham Petrolün Bakü-Tiflis-Ceyhan Ana İhraç Boru Hattı ile Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye topraklarından taşınması” konulu anlaşma imzalanmıştır.

Azerbaycan’ın hayata geçirdiği bu proje, Türkiye ve gelecekte Orta Asya Türk devletleri için büyük fırsatlar yaratmaktaydı. Ancak, bağımsız ve çok yönlü bir ekonomi inşa eden Azerbaycan, Moskova ve Tahran için farklı tehditler oluşturuyordu. Moskova yönetimi, Azerbaycan’da inşa edilen petrol ve doğalgaz altyapısının, ilerleyen süreçte Kazakistan ve Türkmenistan’ın hidrokarbon kaynaklarının Avrupa pazarına çıkışına olanak tanıyacağını gayet iyi biliyordu. Benzer şekilde, İran yönetimi de bu süreçten büyük rahatsızlık duymaktaydı. Ancak İran için asıl endişe yaratan husus, Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ekonomik iş birliğinin derinleşmesi ve bunun, İran topraklarında yaşayan 25-30 milyonluk Azerbaycan Türkü nüfusu arasında yankı bulması ihtimaliydi. Ayrıca, İran’ın Hazar Denizi’nde Azerbaycan’a ait petrol ve doğalgaz yatakları üzerindeki hak iddiaları, iki ülke arasındaki gerilimi zirveye taşımıştı. Azerbaycan ile İran arasındaki en ciddi gerilim 2001 yılında yaşanmıştır. O yılın Temmuz ayı sonunda, İran’a ait savaş gemileri ve uçakları, BP tarafından işletilen Azerbaycan’a ait bir araştırma gemisini, Araz-Alov-Şərq sahasının da içinde bulunduğu keşif bölgesini terk etmeye zorlamıştır. Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (SOCAR), 1998 yılında BP ve Statoil şirketleri ile bu sahaların işletilmesi için anlaşma imzalamış ve ilk keşif çalışmalarına başlamıştı. Ancak İran Petrol Bakanlığı, bu sahaların bir kısmının İran’ın Hazar Denizi’ndeki sektörüne ait olduğunu iddia ederek söz konusu anlaşmaların geçersiz olduğunu ilan etmişti. Bu gelişmeler sonucunda BP, Araz-Alov-Şərq sahasındaki tüm faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştı.

Tahran, bu süreçte Azerbaycan’a karşı doğrudan tehditler yöneltmiş ve savaş uçaklarıyla Azerbaycan hava sahasını sistematik şekilde ihlal etmeye başlamıştı. İran’ın bu saldırgan tutumuna Kazakistan ve Türkiye’den sert tepkiler gecikmemiştir. Bağımsızlığını kazandıktan sonra güçlü iş birliği ve entegrasyon süreci çerçevesinde Kazakistan ve Türkiye’nin Azerbaycan’ı desteklemesi, Türk devletleri arasındaki sağlam ilişkilerin ilk temellerinden biri olarak değerlendirilmiştir. İran’ın devam eden baskıları, o dönemde Ankara’nın daha sert bir tepki vermesine neden olmuştur. Azerbaycan’ın Türkiye’den yardım talep etmesi üzerine, Ankara önce diplomatik uyarılarda bulunmuş, ancak sonuç alınamayınca güç gösterisi yapmaya karar vermiştir. Bu kapsamda, Ağustos ayının sonlarında Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, Azerbaycan’a resmi bir ziyarette bulunarak Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ile görüşmüş ve “Azerbaycan Bayrağı” nişanı ile onurlandırılmıştır. Aynı zamanda, Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı F-5 uçaklarından oluşan “Türk Yıldızları” ekibi, Bakü’nün Azadlık Meydanı ve Hazar Denizi üzerinde gösteri uçuşları gerçekleştirmiştir. Bu uçuşlar, İran’ın Azerbaycan hava sahasını sürekli ihlal etmesine karşılık olarak, bölgedeki Türk birliğinin yükselen etkisini Tahran’a açık bir şekilde göstermiştir.

Mayıs 2006 itibarıyla Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattının inşası, Türk dünyası için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. BTC’ye kadar, eski Sovyet topraklarından ve Hazar havzasından uluslararası pazara çıkan boru hatlarının hemen hemen tamamı Rusya Federasyonu topraklarından geçmekteydi. Ayrıca, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra inşa edilen yeni boru hatları da yine Rusya Federasyonu üzerinden geçmekteydi. Bunların en önemlilerinden biri, Kazakistan’ın Tengiz petrol bölgesini Karadeniz’deki Novorossiysk limanına bağlayan Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu (CPC) boru hattıdır. Şüphesiz ki, 2001 yılında faaliyete başlayan bu hat sayesinde Rusya büyük bir jeopolitik avantaj elde etmiştir. Türk devletlerinin gerçek bağımsızlığa ulaşmasının temel şartlarından biri, petrol ve doğal gaz taşımacılığında Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmak ve alternatif güzergâhlar oluşturmaktır. Bölgedeki petrol ve doğal gazın dünya pazarlarına ulaşmasını sağlayacak yeni boru hatları ve güzergâhların inşa edilmesi zorunludur. Bölgeyi dünyaya bağlayacak ulaşım koridoru fikri ilk kez 1993 yılında gündeme gelmiş ve Avrupa Birliği (AB) tarafından desteklenen Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaşım Sistemi (TRACECA) projesi çerçevesinde ele alınmıştır. Bu proje, Avrupa’dan başlayarak Karadeniz’den geçen, Kafkaslar üzerinden Hazar Denizi’ne ve Asya’ya kadar uzanan doğu-batı ulaşım koridorunu hedeflemektedir. TRACECA projesine paralel olarak, AB ayrıca Avrupa Devletlerarası Petrol ve Doğal Gaz Taşımacılığı Programı’nı (INOGATE) uygulamaya koymuştur. Türkiye’nin de yer aldığı bu program kapsamında enerji arz güvenliğinin sağlanması ve petrol ile doğal gazın boru hatlarıyla Avrupa’ya taşınması hedeflenmektedir. Bu bağlamda birçok proje hazırlanmış ancak çeşitli nedenlerle hayata geçirilememiştir. Bununla birlikte, 2006 yılında BTC hattının açılması, Orta Asya devletleri için enerji ihracatında önemli bir fırsat yaratmıştır. Son on yıllık süreç dikkate alındığında, Türk devletlerinin (Orta Asya’daki) sınır sorunlarının büyük ölçüde çözülmesi, ikili ve çok taraflı anlaşmalar aracılığıyla enerji ticareti de dâhil olmak üzere ortak adımların atılması gibi olumlu gelişmelerde entegrasyonun payı inkâr edilemez. 2020 yılında gerçekleşen İkinci Karabağ Savaşı ve Azerbaycan’ın işgal altındaki Karabağ’ı kurtarması, Türk dünyası için modern dönemin gerçekleri bağlamında yeni bir aşama açmıştır. Karabağ sorununun çözülmesi ve Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tamamen sağlaması, değişen dünya düzeninde Türk devletlerinin iş birliğinin etkisini artırmıştır. Karabağ’ın yeniden inşası sürecinde Özbekistan’ın Fuzuli’de bir okul açması, Türk devletleri arasındaki entegrasyon sürecinin hızlandığını ve uluslararası arenada bu devletlerin birbirlerini açıkça desteklediğini kanıtlayan önemli bir gelişmedir. Bu birliğin inşasında ve entegrasyon sürecinin başarılı bir şekilde yürütülmesinde Türkiye ve Azerbaycan’ın aktif politikalarını vurgulamak gerekmektedir. Azerbaycan’ın Güney Kafkasya’daki lider devlet hâline gelmesi ve bölgenin güvenliğini sağlamada kilit rol üstlenmesi, Türk devletleri açısından önemli bir başarı olarak değerlendirilebilir. Güney Kafkasya’daki güvenliğin sağlanması, bölgenin jeostratejik önemini daha da artırmıştır.

İkinci Karabağ Savaşı’nın hemen ardından başlayan Rusya-Ukrayna savaşı, Türk devletleri için siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda iş birliği fırsatlarını büyük ölçüde genişletmiştir. Avrupa’nın Rusya’yı Ukrayna’ya saldırmakla suçlaması ve Moskova’ya yönelik yaptırımlar uygulaması, Avrupa Birliği’nin (AB) yeni enerji kaynakları arayışına girmesine yol açmıştır. Şüphesiz ki, Azerbaycan’ın zengin doğal gaz ve petrol rezervleri, AB’nin toplam ihtiyacının yalnızca %7’sini karşılayabilmekteydi. 2020 yılında Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Azerbaycan’a ziyareti ve Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile yaptığı görüşmeler sonucunda, Azerbaycan’ın doğal gaz ihracat kapasitesinin artırılması ve beş yıl içinde 20 milyar metreküpe ulaşması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Ayrıca, AB’nin Rusya’dan enerji tedarikini kesmeye başladığı bir dönemde Kazakistan petrol ve doğal gazının BTC hattı aracılığıyla Avrupa’ya taşınması hususunda görüşmeler yapılmış ve uzlaşmalar sağlanmıştır. Bu süreç boyunca Rusya’nın Orta Asya üzerindeki etkisi hissedilir derecede azalmış ve bu devletler daha bağımsız bir dış politika izleyebilmek için geniş çaplı imkanlar elde etmiştir

Bölgesel Entegrasyon Süreci: Ekonomik Kalkınma

Türklerin yaşadığı coğrafya, tarih boyunca önemli ticaret yolları üzerinde yer almıştır. Günümüzde ise dünyada meydana gelen olaylar ve süreçler doğrultusunda Türk devletlerinin bulunduğu bölgelerin jeostratejik önemi son derece artmaktadır. Şu anda Türk Devletleri Teşkilatı çerçevesinde Türk dünyasının birlikte kazanacağı somut ve sistematik altyapılar oluşturulmaya başlanmıştır. Ayrıca ortak ekonomik bölge, tarım ve gümrük mevzuatı alanlarında ortak girişimlerin kurulması gibi konularda sorunların ortadan kaldırılması için ortak kararlar alınmıştır. Bu süreçler kapsamında Mersin, Taşkent, Andican ve Termez, Surhanderya bölgelerindeki taşımacılığa dayalı kurumların “Türk Devletleri Kardeş Limanlar Teşkilatı” sürecine dahil edilmesi planlanmaktadır. Bunun yanı sıra, üye devletlerin kara ve deniz limanları arasında iş birliğinin sağlanması yönünde girişimler öne sürülmektedir. Ayrıca, İkinci Karabağ Savaşı’nın açtığı önemli fırsatlardan biri de Türk dünyasını birbirine bağlayacak olan Zengezur Koridoru’dur. Bu güzergâhın Doğu-Batı transitine alternatif olması ve bazı açılardan Süveyş Kanalı’ndan daha ekonomik olması, onun uluslararası önem taşıyacağının bir göstergesidir. Günümüzde dünyada Doğu’dan Batı’ya üç ana ticaret güzergâhı bulunmaktadır: “Kuzey Koridoru”, “Orta Koridor” ve “Güney Koridoru”. Bugün Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle Batı’nın Moskova’ya uyguladığı yaptırımlar doğrultusunda “Kuzey Koridoru” önemini kaybetmiştir. Orta Doğu’da yaşanan savaşlar ve terör olayları ise “Güney Koridoru”nun güvenlik açısından bir dizi sorun yaratmasına sebep olmaktadır. Bu noktada ise Orta Asya’dan geçerek Güney Kafkasya’ya ulaşan ve oradan Anadolu topraklarından geçen “Orta Koridor”un önemi giderek artmaktadır.

Şu anda Azerbaycan ve Kazakistan’ı Orta Koridor’da ortak çıkarlar birleştirmektedir. Her iki ülke, Doğu-Batı Uluslararası Trans-Hazar Taşımacılık Güzergâhı çerçevesinde iş birliği yapmaktadır. Aktau deniz limanı özel bölgesinde Azerbaycan sermayesiyle inşa edilen “Aktau Üretim ve Lojistik Merkezi”, ülkelerimiz arasındaki ticari-ekonomik ilişkilerin gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır. Aynı zamanda, Azerbaycan Alat’ta Hazar kıyısında en büyük deniz limanının inşasını tamamlamıştır. Orta Asya’dan Hazar Denizi üzerinden gelen yükler, Alat limanında kabul edilerek ülkemizin topraklarındaki modern altyapıyla Orta Koridor’a entegre edilmiş güzergâhlara yönlendirilmektedir. Artan taleple bağlantılı olarak Azerbaycan, Alat’taki deniz limanının kapasitesinin genişletilmesi projesini de başarılı bir şekilde sürdürmektedir.

Kazakistan’dan alt ve üst koridorlar geçmemektedir; bu ülke yalnızca Trans-Hazar güzergâhı üzerinde yer almaktadır. Azerbaycan ise Avrasya’da tüm ulaşım arterlerinin kesiştiği bir ülkedir. Bu nedenle Orta Koridor kapsamında Azerbaycan ile iş birliği, Kazakistan için stratejik bir önem taşımaktadır. Nitekim, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 10 Nisan’da dost ülkeye gerçekleştirdiği başarılı resmi ziyaret çerçevesinde düzenlenen toplantılarda, devlet başkanları Orta Koridor’un geliştirilmesinin önemine dikkat çekmişlerdir. Açıklamalara göre, Doğu-Batı güzergâhı üzerinde yük taşımacılığının artırılması konusunda somut rakamlar ve belirli takvimler tartışılmış, bu konuların en kısa sürede incelenmesi için ilgili yapıların yöneticilerine talimatlar verilmiştir. “Ülkelerimiz arasındaki müttefiklik ilişkileri, karşılıklı iş birliğimizin gelecekteki gelişiminin sağlam temelini oluşturmaktadır. Bugün bu temeli somut içeriklerle zenginleştiriyoruz ve geçen yılın Ağustos ayında Bakü’de alınan kararlar bugün artık hayata geçmektedir. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanı Tokayev’in de belirttiği gibi, Kazakistan petrolünün Azerbaycan üzerinden transitine başlanması ve Orta Koridor’un tüm kapasitesiyle seferber edilmesi için ülkelerimizin ulaşım-lojistik altyapılarının birbirine entegre edilmesi yönünde ciddi çalışmaların başlatılması kararı alınmıştır,” diye devlet başkanımız Astana’da basına verdiği beyanatta vurgulamıştır.

Bahsedilen güzergahın en önemli kısmı ise şüphesiz Zengezur Koridoru olacaktır. Şüphe yok ki, Zengezur Koridoru, öncelikle bölgenin gelişiminde özel bir öneme sahip olacak ve bölgede yeni bir işbirliği formatının oluşmasına, barış ve kalkınmanın sağlanmasına hizmet edecektir. En önemlisi ise bu koridor, coğrafi açıdan tüm Türk dünyasını birleştirecektir. Azerbaycan ve Kazakistan, tarihi Türk coğrafyasının bütünleşmesine güçlü destek veren ülkeler arasında yer almaktadır. Zengezur Koridoru’nun açılması, tarihsel bir adaletsizliğe son verecek ve tüm Türk dünyasının entegrasyonuna yeni fırsatlar yaratacaktır. Zengezur Koridoru boyunca oluşturulacak demir ve karayolları, ülkemizin topraklarında Doğu-Batı ve Kuzey-Güney güzergahlarına entegre edilecektir. Azerbaycan’ın Hazar’da kurduğu en büyük limanın yanı sıra, işgalden kurtarılan bölgelerde inşa edilen üç uluslararası seviyede havaalanının yaratacağı imkanları da göz önünde bulundurursak, şu kanaate varabiliriz: Zengezur Koridoru, uluslararası taşımacılık için en cazip güzergahlardan birine dönüşecektir ve ülkemiz, ilerleyen dönemde güvenilir bir transit ülke olarak büyük hacimlerde gelir elde edecektir. Aynı zamanda, Zengezur Koridoru’nun oluşturulmasında bölge devletleriyle Azerbaycan’ın çıkarları örtüşmektedir. Koridor açıldıktan sonra, Azerbaycan topraklarından geçerek Rusya’dan Ermenistan’a demir yolu hattının açılma ihtimali gerçektir. Ayrıca Rusya ile İran arasında, Nahçıvan bölgesinden geçen bir demir yolu bağlantısı kurulacaktır. Bunun dışında, İran ile Ermenistan, Türkiye ile Rusya arasında demir yolu bağlantıları olacaktır. Böylece, tüm bölge ülkeleri yeni altyapı projelerinden fayda sağlama imkanı elde edecektir. Ne yazık ki, Ermenistan ve İran, bölgesel işbirliği için ortaya çıkan yeni fırsatları gerektiği gibi değerlendirmemekte ve bazı manipülasyonlara başvurarak Zengezur Koridoru’nun açılmasını engellemeye çalışmaktadırlar. Ancak bu tür çabalar nafiledir. Azerbaycan’ın kararlılığı ve bölge devletlerinin dayanışması sayesinde bu koridor mutlaka açılacaktır.

Bugün yalnızca Çin ile Avrupa arasındaki ticaret hacmi 450 milyar dolardan fazladır. Yüklerin Çin’in güneyindeki limanlardan Avrupa’ya gönderilmesi ve ters yönde taşınması, çok zaman almakla birlikte, aynı zamanda pahalıya mal olmaktadır. Gemiler Süveyş Kanalı ve Cebelitarık Boğazı’ndan geçerek Avrupa’ya gitmektedir. Neredeyse bu gemiler dünyayı yarım dolaşarak yükleri varış yerine oldukça geç ulaştırmakta ve bunlarla ilgili gümrük işlemleri, ayrıca milyonlarca dolar gümrük vergisi ve transit ücretleri ödemek zorunda kalmaktadır. Deniz korsanları, fırtınalar ve diğer güvenlik sorunlarını da göz önünde bulundurursak, Orta Koridor’un ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Orta Asya Cumhuriyetlerinin, Türkiye ve Doğu Avrupa ülkelerinin de bu projeye ilgi göstermeleri tesadüfi değildir. Bakü’deki ADA Üniversitesi’nde “Orta Koridor boyunca: jeopolitik, güvenlik ve ekonomi” konulu uluslararası bir konferansta konuşan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, bu konu hakkında düşüncelerini şöyle ifade etmiştir: “Bizim ulaşım ve iletişim projelerimizin nispeten yeni bir parçası olan deniz ticaret limanımız, 15 milyon tondan 25 milyon tona kadar genişletilecektir. Çünkü buna ihtiyaç var, çünkü dünyada yeni bir jeopolitik durum mevcut ve Azerbaycan’dan daha fazla yük taşınmasına ihtiyaç duyuluyor. Ayrıca havaalanı projelerinin tamamlanma sürecindeyiz. Laçın Havaalanı hazır olduğunda – ki bu, işgalden kurtarılan bölgelerdeki üçüncü havaalanı olacak – Azerbaycan’da uluslararası havaalanlarının sayısı dokuz olacak. Tabii ki, bu sadece yolcu taşımacılığı için değil, aynı zamanda yük taşımacılığı içindir. Böylelikle, Azerbaycan topraklarından yük taşımalarının hızla artmasını bekliyoruz ve buna hazırız.” Azerbaycan’ın 44 günlük Vatan Savaşı’nda kazandığı zafer, Orta ve Doğu-Batı koridorlarının daha kapsamlı hale gelmesi için büyük bir zemin hazırlamıştır. Kurtarılan bölgelerde havaalanları, karayolları ve diğer ulaşım altyapıları inşa edilmiştir ki, bunlar ülkemizin gelecekteki ekonomik gelişimi için temel rol oynayacaktır. Aynı zamanda, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Zengezur Koridoru’nu oluşturma ve bu yöndeki adımları, Çin-Kazakistan-Hazar Denizi-Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye-Karadeniz-Avrupa taşımacılık koridorunun temelini atmak içindir. Bu güzergahın Azerbaycan’dan geçmesi, ekonomik gelişmeye büyük bir ivme kazandıracaktır. Uluslararası öneme sahip şirketlerin ve prestijli devletlerin yükleri Azerbaycan üzerinden taşındığında burada teknik hizmet alanları, büyük şirketlerin temsilcilikleri kurulacaktır. Bu da yeni iş alanları ve halkın sosyal durumunun daha da yükselmesi anlamına gelecektir. En önemlisi ise, bu koridorun Azerbaycan üzerinden geçmesi, ülkemize siyasi garanti sağlayacaktır. Yükleri Azerbaycan’dan geçen hem Avrupa hem de Asya ülkeleri, çokuluslu şirketler, büyük işlerle ilgilenen şirketler, ülkemizde sürekli istikrarın hüküm sürmesinde çıkar sahibi olacaklardır. Uluslararası siyasi arenada resmi Bakü’nün duruşu her zaman savunulacaktır.

Uluslararası alanda güvenilir, etkili ve ileri düzeyde olmayı amaçlayan Türk devletleri, çeşitli alanlarda işbirliğini geliştirmeye çalışıyorlar. Asya ülkeleri küresel ekonomi ve siyasette öne çıksa da; Türk Devletleri Teşkilatı yeni bir alternatif olarak öne çıkmaktadır. Çin, “Yeni İpek Yolu Projesi” ile ticaret altyapısını Avrupa’ya bağlamak için milyarlarca dolar yatırım yaparken, Türk Devletleri Teşkilatı, ortak finansal girişimler sunmaktadır. Ortak yardımlar, yatırımlar, projeler ve banka işlemlerini kapsayan araştırmalar, üyeler arasında işbirliğini güçlendirmektedir. Şu an için Türk Devletleri Teşkilatı’na üye olan ülkeler, çeşitli düzeylerde küresel ekonomiye entegre olmaktadır. Orta Asya Cumhuriyetleri, daha az ticaret entegrasyonuna odaklanmışken, Türkiye ve Azerbaycan, tüketim merkezlerine daha yakın oldukları için dünya ekonomisine daha açıktır. Türkiye, Kırgızistan ve Özbekistan, emek yoğun, üretim merkezli ekonomik yapılarıyla öne çıkarken, diğer üyeler esasen enerji sektörüne odaklanmaktadır. 2021 yılında 720 milyar dolarlık dış ticaret hacmine ulaşan Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri, aralarında 14 milyar dolarlık ticaret yapmıştır. Kendi aralarındaki ticaret, genellikle tarım, sanayi ve enerji gibi sektörleri kapsasa da, Teşkilat üyelerinin ticaret hacmi, genel dış ticaret hacimleriyle kıyaslandığında istenilen seviyede değildir.

Sonuç

Son iki yüzyılda en büyük değişimlerin yaşandığı Avrupa ve Asya, eski dünyanın en önemli iki kıtası olarak kabul edilmektedir. Dünya nüfusunun beşte üçünden fazlası bu kıtalarda yaşamaktadır ve buradaki en büyük milletlerden biri de Türklerdir. Türkler, tarihin bu aşamasında yeni fırsatlar kazanmaktadırlar. 20. yüzyıl, Türkler için felaket yüzyılı olarak kabul edilmektedir. Çünkü Türkiye hariç, bütün Türk ülkeleri Sovyet işgali altındaydılar. Özellikle Orta Asya ülkeleri ve Azerbaycan, bağımsızlık ve özgürlüklerini önce Çar Rusya’sına, sonra ise Sovyetler Birliği’ne teslim etmişlerdi. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk devletleriyle ikili ve çok taraflı işbirliğini güçlendirmek, Türkiye’nin değişmez önceliği haline gelmiştir. Türkiye, Türk devletlerinin bağımsızlığını tanıyan ilk ülke olmakla birlikte, diplomatik ilişkilerin tüm gerekliliklerini baştan yerine getirerek millileşme ve uluslararası sistemde yer alma süreçlerine de destek olmuştur. Ortak dil, tarih, kültür ve ortak değerlerin yanı sıra, Türkiye, Büyük Türkistan coğrafyasının Batı’ya açılan kapısı olarak, yeni bağımsızlıklarını kazanmış Türk devletleri tarafından önemli bir ortak olarak görülmektedir. Ortak pazarın kurulması, enerji taşıma hatlarının inşası, ortak kalkınma ve yatırım bankalarının kurulması gibi hedefler, ilk başlarda yeni bağımsızlıklarını kazanmış Türk devletleri için birer arzu olarak görülse de, bu projeler aşama aşama hayata geçirilmiştir. Uzun yıllar boyunca değişen dünya sisteminde Türk devletleri arasında yaşanan hızlı entegrasyon süreci, Türk Devletleri Teşkilatının kurulmasını sağlamıştır. 3 Ekim 2009’da imzalanan Nahçıvan anlaşması ile ruhunu kazanan “birlik”, Kasım ayında İstanbul’da imzalanan anlaşma çerçevesinde Türk Devletleri Teşkilatı adı altında faaliyet göstermeye başlamıştır. Türk Konseyi’nin adının “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirilmesi, Teşkilatın iç siyasi dinamiklerini ve entegrasyon süreci çerçevesinde Türk devletlerinin birlik anlayışına verdikleri desteği ifade etmektedir. Türk devletleri arasında ortak çıkarlar doğrultusunda elde edilen anlaşmadan sonra ilk olarak güvenlik ve ekonomiye ilişkin 121 maddelik bir deklarasyon yayımlanmıştır. Deklarasyonda, Türk Devletleri Teşkilatının Türk Cumhuriyetlerinin bağımsız devletlik anlayışının güçlendirilmesi, sosyal ve ekonomik gelişimlerinin artırılması ve bölgenin jeopolitiğindeki etkinliğinin artırılması konusundaki önemi vurgulanmıştır. Üye ülkelerden, birbirlerinin iç işlerine müdahale etmeden, aralarındaki bazı sorunların çözümünde uluslararası hukuk kurallarına uymaları ve karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler sergilemeleri beklenmektedir. Bu şekilde, Sovyet dönemi kalıntısı olarak Orta Asya’daki Türk devletleri arasında toprak sorunlarının çözülmesine ilişkin hassasiyetle yaklaşılmaktadır. Yine de Teşkilat ve onun üye ülkeleri, özellikle bölgesel ve uluslararası meselelerle ilgili, siyasi, ekonomik ve halklararası ilişkilerin geliştirilmesi konularında ortak görüş ve diyalog sağlama amacını gütmektedir. Son yıllara baktığımızda ise (Orta Asya’da) sınır sorunlarının ciddi şekilde çözülmesi, ikili ve çok taraflı anlaşmalarla enerji ticareti dahil olmak üzere ortak adımların atılması gibi olumlu gelişmelerde Teşkilatın payı tartışılmazdır. Ayrıca, 2018 Eylül ayında Macaristan’ın gözlemci, 2019 Ekim ayında Özbekistan’ın tam üye olması ve son zirvede Türkmenistan’ın gözlemci üye olarak katılmasıyla genişleme sürecinin devam etmesi, Teşkilatı siyasi cazibe merkezi haline getirmiştir. Macaristan’ın siyasi katılım çabaları, Türk dünyasının Batı’ya açılma görüşünü ön plana çıkarsa da, Visegrad Dörtlüsü’nün (Çek Cumhuriyeti-Macaristan-Polonya-Slovakya) Teşkilatın gelecekte Budapeşte Zirve toplantısına katılma talebi, uluslararası sistem düzeyinde yeni bir perspektif getirmektedir. Ancak bütün bunlara rağmen Türk devletlerinin tek bir organizasyon altında toplanması, bölgede inkâr edilemez bir Türk gücünün ortaya çıktığını göstermektedir.

Kaynakça:

  1. Akçapa, M. (2023, Mart). Türk Devletleri Teşkilatı’nın Tarihsel Gelişimi: Teşkilatın Dünü, Bugünü ve Yarını. Avrasiya Uluslararası Araştırma Dergisi.
  2. Asker, A. (2013, Aralık). Türk Cumhuriyetleri Arasında Entegrasyon Sürecine İlişkin Bazı Hususlar. Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi.
  3. Hungary to Initiate Joint Summit of Turkic Council and V4. (2021, Kasım 12). Prime Minister of Hungary. https://www.pmh.gov.hu
  4. Mustafaev, M. (2022). The Organization of Turkic States: A New Approach to Global and Regional Challenges.
  5. Suyundikov, S. (2006). Orta Asya Entegrasyonu Sorunları ve Çözüm Yolları. Ankara Üniversitesi.
  6. Şimşek, A. (2022, Kasım). Dünyanın Yükselen Gücü: Türk Devletleri Teşkilatı. TRT Haber.
  7. Tokman, M. (2013, Aralık). Türk Dünyasının Entegrasyonu. Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi.
  8. Tomar, C. (2023, Ekim). Görüş – Türk Devletlerinin Entegrasyon Köprüsü: Zengezur. Anadolu Ajans.
  9. Turkic World Vision–2040. (n.d.). Organization of Turkic States. https://www.turkkon.org/assets/pdf/haberler/turkic-world-vision-2040-2396-97.pdf
  10. The Turkic Council was Renamed the Organization of Turkic States. (2021, Kasım 13). In Business.
  11. Türk Devletleri Teşkilatı Tezlikle Dünyanın Ekonomik Tərəqqi Mərkəzlərindən Birinə Çevriləcək. (2023). AzərTac. https://azertag.az/xeber/turk_dovletleri_teskilati_tezlikle_dunyanin_iqtisadi_tereqqi_merkezlerinden_birine_chevrilecek____serh-2810530
  12. Zangezur Corridor Will Provide a New Link Between Türkiye and Azerbaijan (in Russian). (2021, May 31). Anadolu Agency.

 

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve UDİAD’ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

Reksane Ceferova

1987 yılında Azerbaycan’ın Samukh ilçesinde doğmuştur. 2004-2008 yıllarında Gence Devlet Üniversitesi Tarih Fakültesi’nde eğitim almış, 2008-2010 yıllarında aynı üniversitenin Tarih anabilim dalında yüksek lisans yapmış ve başarıyla tamamlamıştır. 2011-2014 yılları arasında Bakü Devlet Üniversitesi’nde felsefe doktoru programı olan Genel Tarih anabilim dalında eğitim almıştır. Şu anda Bakü Devlet Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Azerbaycan’da ve yurt dışında birçok makalesi yayınlanmıştır.

 

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği

Hakkımızda

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği, diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında derinlemesine bilgi edinmek, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında araştırmalar yapmak, bilgiyi işlevsel hale getirerek akademik yayınlar yapmak, seminer, konferans ve eğitim faaliyetleri düzenlemek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur.

This Pop-up Is Included in the Theme
Best Choice for Creatives
Purchase Now