Ortadoğu, yeni kıtaların keşfi ve küreselleşme çağından önce, birçok siyasi, sosyal ve ekonomik olayın merkezi olmuştur. Bölge, üstünlük mücadeleleriyle sürekli olarak güç çatışmalarına sahne olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Kuşkusuz bu gerilimin temelinde, bölgenin en değerli kaynağı olan petrol yatmaktadır. Yüzyıllar boyunca sömürgeci devletler bu kaynağı ele geçirmeye çalışmış ve bu süreç, bölgede yaşanan toplumlar arasına düşmanlık tohumları ekmiştir. İktidarı ele geçiren diktatörler, bu gerilimden faydalanarak kendi çıkarları doğrultusunda darbeler ya da şeklen demokratik seçimler düzenlemişlerdir. Anayasaya dayandıklarını iddia eden bu rejimler, pratikte demokrasiden oldukça uzak bir yönetim sergilemişlerdir. Bu yönetim altında yaşayan halk, özgür iradeden yoksun bırakılmıştır.
Bu duruma daha fazla dayanamayan halk için bardağı taşıran sonra damla 17 Aralık 2010’da Tunus’ta meyve sebze satıcısı bir gencin kendini yakması oldu. Bu olay ile başlayan ve kısa sürede Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da pek çok ülkeye yayılan halk protestoları “Arap Baharı” olarak nitelendirildi.
İsyan ateşinin kıvılcımını yakan Muhammed Buazizi’nin protestolara katılan insanları o kadar etkilemesinin arkasında onunla kendi durumları arasında bir özdeşlik kurabilmeleri olduğu söyleyebiliriz. Otoriter rejimlerin baskısı altında yaşayan pek çok ülkedeki sıradan insan Muhammed’in kendisini yakmasına yol açan sorunlarla karşı karşıyaydı. Muhammed ile empati kurmaları bu yüzden çok zor olmamıştır. Muhammed’in hikayesi aslında hem Tunus’un hem de Arap Baharının gerçekleştiği diğer ülkelerin söz konusu dönemdeki durumunu anlattığı için de önemlidir. Tunus’ta 1987 yılında bir darbe ile iktidarı ele geçiren Zeynel Abidin Bin Ali, Tunus’u adeta aile çiftliğine çevirmiştir. Yolsuzluk ve işsizlik ülkede yaygınlaşmıştır. Diğer taraftan sivil muhalefet de ezilmiş ve halkın şikayetlerini dile getirebileceği kanallar adeta tıkanmıştır.
Böyle bir ortamda ailesinin geçimini sağlamaya çalışan Muhammed, pek çok yere iş başvurusunda bulunmuş fakat bir iş bulamamıştır. Bu yüzden seyyar satıcılık yapmaya başlamıştır. Gece yarısı uyanıp sebze meyve haline iki kollu seyyar aracı ile gidip sebze meyve alıp aynı gün sabahtan akşama kadar onları satmaya çalışmıştır. Borçlanarak aldığı meyve ve sebzelerin parasını ödeyip kalan parası ile ailesinin ihtiyaçlarını gidermeye çabalamıştır. Muhammed’in çevresi tarafından Muhammed’in yerel polis memurları tarafından sürekli kötü muameleye maruz kaldığı iddia edilmektedir. Kendini yakmadan önce, 17 Aralık 2010 sabahı, polis Muhammed’in tartılarına el koymuştur. Bu durumu valiye şikâyet etmek için Sidi Bouzid’teki eyalet hükümeti binasına giden Muhammed’e burada bir kadın polis kendisine müsaade etmeyip onu tokatlamıştır. Muhammed’in. İçine düştüğü çaresizlik ve aşağılanma hissi geleceğe dair umutlarını tüketmiş olduğundan kendisini aşağılayan polislerin hükümet binasındaki ofisinin önünde kendini yakmıştır.
Belirtmek gerekir ki belki de Muhammed’in hikayesini ve o gün orada yaşananları Muhammed’in kuzeni Ali orada olmasaydı öğrenemeyebilirdik. Çünkü Protestoların Tunus’ta ülke geneline yayılmasına Ali’nin girişimleri etkili olmuştur. Zeynel Abidin Bin Ali’ye muhalif bir partide aktif bir üye olan Ali, Muhammed’in kendini yaktığı gün, olayın haberini alıp videosunu çekmek için hükümet binasının önüne gitmiş burada, kim olduğunu bilmediği kendini yakan kişinin akrabası olduğunu kısa süre sonra fark etmiştir.
Muhammed’in kendisini yakması, Tunus’ta ana akım medyada başlangıçta gündeme gelmemiştir. Bin Ali iktidarı döneminde Tunus’ta medyayı tamamen kontrol altında tutmuştur. Hatta devlet kontrolündeki kanallar protestocuların diğer devletler tarafından Tunus’u kötülemek için kiralandığına dair haberler yapmıştır. Ancak Ali’nin çektiği videolar ana akım medyanın bu girişimlerini bertaraf etmiştir. Arap Baharı’nda sosyal medyanın gücü ilk defa bu gelişme ile kendi göstermiştir. Dışa dayanan bu tek adam rejimlerinin belki de en zayıf noktası sosyal medyanın ezilen halk üzerindeki etkisidir. Muhammed, hastaneye götürülürken ailesi ve arkadaşları hükümet binasının önünde protesto etmek için bağırmaya başlamış; onları izleyen kalabalık daha sonra protesto eylemine katılmıştır. Ali, Muhammed’in kendini yaktığı anları protesto görüntüleri ile birlikte Facebook hesabına yüklemiştir. Video çok geçmeden hızla yayılmış ve uluslararası medyada bir anda gündeme oturmuştur. Protestolar kısa sürede ülkenin geneline yayılmış, “adalet ve iş istiyoruz” sloganları atılmıştır. Muhammed, 4 Ocak 2011’de kaldırıldığı hastanede 26 yaşında yaşama veda etmiştir. Protestolara direnemeyen Zeynel Abidin 10 gün sonra 14 Ocak 2011’de ülkeden kaçmıştır. İslam dininde intihar büyük günahlardan biri olarak kabul edilir ve intihar eden kişinin cehenneme gideceğine inanılır. Ancak Tunuslular Muhammed’i şehit olarakZ nitelemiş ve dolayısıyla cennete gideceğine inanmışlardır.
Protestolar pek çok ülkenin yanı sıra 25 Ocak 2011’de Mısır’a; 15 Şubat 2011’de Libya’ya ve 15 Mart 2011’de Suriye’ye sıçramıştır. Bu ülkelerde Arap Baharı, kanlı mezhepsel, siyasi ve etnik çatışmaları körüklerken, olayların patlak verdiği Tunus’ta böyle bir durum yaşanmaması teselli kaynağı olmuştur. Tunus dışındaki bölge ülkelerinin neredeyse hepsinde iç savaş söz konusu olmuştur. İç savaş riskini doğuran en önemli faktör bu ülkelerin gerçek anlamda birer ulus devlet olmamalarıdır.
Arap Baharı’nın Tunus’a etkisi diğer ülkelerin aksine ülkenin demokratikleşme sürecini hızlandırmıştır ve hükümetin devrilmesine yol açmıştır. Ancak, ülkenin demokrasiye geçiş sürecinin hala arafta kaldığını söyleyebiliriz. Aradan on dört yıl geçmiş olmasına rağmen Tunuslular zorluklarla siyasal haklar elde edebilmişlerdir. Tunus’ta son on dört yıldaki gelişmelere genel olarak bakarsak eğer durumu anlamlandırmamız daha kolay olacaktır.
14 Ocak 2011’de protestoların hala devam ettiği Tunus’ta hükümetin dağıldığı ve genel seçimlerin altı ay içerisinde yapılacağı ülkeye duyurulmuştur. Ancak bu gelişme dahi protestoları sona erdirmeye yetmemiş. Bu süreçte Tunus Meclisi’nin alt kanadının eski sözcüsü olan Fuad Mebaza geçici olarak Cumhurbaşkanı olmuştur. Zeynel Abidin Bin Ali’nin partisinin (Democratic Constitutional Rally-RCD) eski üyesi olan Muhammed Gannuşi Başbakanlık görevine getirilmiştir. Bu durum Tunus halkının tepkisini çekmiştir. Çünkü halk, eski rejimden tam bir kopuş istemektedir. Halkın tepkisine itafen, ekonomik istikrarın sağlanacağını vurgulayan Muhammed Gannuşi, Tunus’ta siyasal özgürlüklerin tesis edileceğini, siyasi suçluların serbest bırakılacağını ve medyaya uygulanan sansürün kaldırılacağını ifade etmiştir.
6 Şubat 2011’de ise RCD kapatılmış ve 27 Şubat’ta da Muhammed Gannuşi Başbakanlıktan çekilmiştir. Eski dışişleri bakanı Beji Caid Sebsi geçici hükümetin yeni başbakanı olmuştur. Geçici hükümet, Bin Ali döneminde siyasi muhalefetin bastırılmasında bir araç olarak kullanılan Tunus gizli polisini dağıtmıştır. Tunusluların haklarına ve özgürlüklerine saygı duyduklarını ve güvenlik güçlerinin siyasal muhalefeti bastırmak için bir daha kullanılmayacağına ilişkin bir demeç yayınlamıştır. Tunuslular 23 Ekim 2011’de 217 üyeli bir Kurucu Meclise üye seçmek için sandığa gitmiştir. Bu meclis geçici bir hükümet kuracak ve yeni bir anayasa yapacaktır. Halkın %70’inin katıldığı seçimleri Ennahda Partisi açık bir farkla kazanmıştır. Aralık ayında yeni meclis geçici bir anayasa kabul etmiştir. Bin Ali rejimine eski bir muhalif ve insan hakları aktivisti olan Munsif Marzuki’yi Cumhurbaşkanı seçmiştir.
Ancak, söylendiği üzere Tunus’ta siyasi tutukların serbest bırakılması ve partilerin serbestçe faaliyette bulunması yeni bir sorunu ortaya çıkarmıştır. Dini hizipler arasında bir kutuplaşma yaratmıştır. Bu, Tunus siyasi hayatının baskın bir sorunu haline gelmiştir. 2012 ve 2013 yılında siyasi şiddet eylemlerinin artması ve solcu bir lider olan Şükrü Beleyid ve Muhammed Brahimi gibi bazı seküler siyasetçilerin faili meçhul bir suikasta kurban gitmeleri Tunus’ta demokrasiye geçiş sürecini tehlikeye atmıştır. Aynı zaman da bu gelişmeler Kurucu Meclis’teki yeni anayasa taslak çalışmalarını da riske sokmuştur. Ancak, her şeye rağmen Ocak 2014’te yeni anayasa Kurucu Meclis’te kabul edildi. Bu anayasa , islamcı ve seküler partiler arasında başarılı bir uzlaşma örneği olarak övüldü.
2015 yılında ise IŞİD’in Tunus’un turistik bölgelerine yaptığı saldırılar, ülke ekonomisini olumsuz etkiledi ve işsizlik oranının arttı. 2017’nin sonuna gelindiğinde ise bütçe açığını kapatmak için kemer sıkma tedbirleri alındı. Buna yönelik vergiler artırıldı ve temel tüketim mallarının fiyatları yükseltildi. Bütün bu olaylar 2018 yılının Ocak ayında sokak gösterilerinin yeniden başlamasına neden oldu.
2019 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kays Said, %70 oy alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak, 2021 yılında halkın protesto gösterileri ve hükümete yönelik tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Said, parlamentoyu feshetti ve mevcut Başbakanı görevden aldı. Cumhurbaşkanı Said, Anayasanın 80. maddesine dayanarak aldığı bu kararların meşru olduğunu savunurken, muhalefet bu durumu “anayasal darbe” olarak nitelendirdi. 2022 yılında yapılan erken genel seçimlerde, katılım oranı oldukça düşük oldu ve hiçbir parti hükümet kuracak çoğunluğu elde edemedi. Bu durum, Tunus’ta hükümet kurma sürecini karmaşık hale getirdi.
Sonuç itibariyle Tunus, Arap Baharı’nın gerçekleştiği ülkeler içinde demokrasiye geçiş bağlamında en çok umut vaat eden ülkedir. Ancak, Tunus’un ekonomisi halen rayına oturamamış, yüksek işsizlik ve hayat pahalılığı gibi sorunlar ülkenin demokratikleşme sürecini tehdit ettiği açıktır ve Tunus bu tehdit ile mücadele etmektedir. Mevcut Anayasa, Cumhurbaşkanına karşı yasama meclisine daha fazla yetki vermiştir ve siyasal yapı, siyasi aktörler arasında uzlaşmayı gerektirmektedir. Tunus’un demokratikleşme yolundaki bu kıymetli deneyimi mutlaka desteklenmelidir. Unutulmamalıdır ki Tunus’un başarısızlığı, Arap Baharı’nın da başarısızlığı anlamına gelecektir.