Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Trump’ın Latin Amerika Politikaları: Güç, Hegemonya ve Rekabet

ABD Dış Politikasında Latin Amerika’nın Yeri

Amerika Birleşik Devletleri ile Latin Amerika ülkeleri arasındaki ilişkiler, coğrafi yakınlık nedeniyle tarihsel süreç boyunca yoğun ve süreklilik arz eden bir nitelik taşımıştır. ABD, kuruluşundan bu yana genişleme eğilimi gösteren bir devlet olmuştur ve Latin Amerika, bu genişleme politikasının doğal nüfuz alanı olarak şekillenmiştir. Ancak bu genişleme, toprak ilhakından ziyade, ABD’nin çıkarları doğrultusunda bölge üzerinde ekonomik, siyasi ve stratejik bir kontrol kurma çabası şeklinde gerçekleşmiştir.

ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik dış politikası tarih boyunca temel bazı etkenler etrafında şekillenmiştir ve dolayısıyla çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Bu etkenler arasında ABD’nin bölgedeki etkisini koruma ve güçlendirme çabalarının temelini oluşturan sürekli unsurların yanı sıra, dönemsel olarak değişiklik gösteren konjonktürel dinamikler de rol oynamıştır.

Süreklilik unsurları, ABD’nin bölgeye yönelik politikalarının temel yapı taşlarını oluşturmakta ve stratejik, ekonomik, ideolojik olmak üzere üç ana başlık altında incelenebilmektedir.[1] Stratejik unsurlar, Latin Amerika’nın ABD’nin yakın çevresinde yer alması nedeniyle büyük önem taşımaktadır. ABD’nin bu bölgeyi bir başka güç ya da güçler bloğunun etkisi altına bırakmama politikası, esasen ulusal güvenlik endişelerinden kaynaklanmaktadır. Bölgenin, olası bir dış saldırıda sıçrama noktası ya da lojistik üs olarak kullanılma potansiyeli, ABD’nin Latin Amerika üzerinde etkisini artırma gerekliliğini doğurmuştur. Ekonomik unsurlar, ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik politikalarında belirleyici bir diğer faktör olmuştur. Bölge, ABD’li tüccar ve yatırımcılar için uzun yıllardır kârlı fırsatlar sunmaktadır. Tarımsal üretim (şeker kamışı, kahve, tropikal meyveler), maden ve enerji kaynaklarının çıkarılması ve işlenmesi, otomotiv, telekomünikasyon ve bilişim teknolojileri gibi çeşitli sektörler, ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik ekonomik nüfuzunu pekiştirmiştir. İlk iki unsurla kıyaslandığında, ideolojik unsurlar daha soyut bir görünüm sergilemekle birlikte, ABD’nin bölgeye yönelik birçok politikasını meşrulaştırma aracı olarak öne çıkmaktadır.

ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik dış politikalarının dönemsel dinamiklerin etkisiyle zaman içinde farklılaştığı da olmuştur. Bu bağlamda, 19. yüzyılda Monroe Doktrininin ilanı, Latin Amerika’yı Avrupa güçlerinin müdahalesine kapalı bir bölge olarak tanımlamış ve ABD’nin bölge üzerinde üstün bir konum elde etmesine olanak sağlamıştır. Bu anlayış, 19. yüzyıl boyunca ABD’nin Latin Amerika politikalarını yönlendiren temel ilke olmuştur.

20. yüzyılda ise ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik politikaları dört ana dönemde incelenebilir.[2] İlk olarak, 1900-1928 yılları arasında uygulanan “Büyük Sopa Politikası” (Big Stick), ABD’nin bölgedeki çıkarlarını korumak amacıyla ekonomik, diplomatik ve askeri baskı araçlarını yoğun bir şekilde kullandığı bir dönemdir. Bu dönemde ayrıca “Dolar Diplomasisi” aracılığıyla bölgenin ekonomik bağımlılığı artırılmıştır. İkinci dönem 1928-1941 yılları arasında uygulanan “İyi Komşuluk Politikası” doğrultusunda Latin Amerika ile daha iş birliğine dayalı bir yaklaşım benimsenmiş ve askeri müdahalelerin azaltılmasına öncelik verilmiştir. Üçüncü dönem, 1945-1974 yılları arasındaki Soğuk Savaş Dönemi’dir. Bu dönemde ABD, Latin Amerika’daki komünist hareketlere karşı yoğun bir mücadele yürütmüş ve bölgede askeri rejimlerin oluşumuna destek vererek bölgesel hegemonyasını sürdürmeyi hedeflemiştir. Son olarak, 1974-2000 yılları arasında ABD, serbest piyasa ekonomilerini teşvik eden neoliberal politikaları ön plana çıkarmıştır. Bu süreçte, uluslararası finans kuruluşları aracılığıyla borçlandırma politikaları uygulanmış ve bölgenin ekonomik bağımlılığı yeniden yapılandırılmıştır.

ABD, 21. yüzyıla kadar Latin Amerika üzerindeki hegemonyasını sürdürmüş ve bu süreçte bölge ülkelerinin iç ve dış işlerine çok sayıda müdahalede bulunmuştur. Muz Savaşları ve Soğuk Savaş döneminde askeri rejimlerin desteklenmesi, ABD müdahalelerinin en bilindik örneklerindendir. Ancak 21. yüzyıla gelindiğinde, ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik ilgisi, küresel önceliklerin değişmesiyle azalmış ve Orta Doğu ile Asya-Pasifik bölgeleri daha fazla ön plana çıkmıştır. Özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin terörle mücadeleye odaklanması, Latin Amerika’yı dış politika önceliklerinde geri plana itmiştir. Bu dönemde Latin Amerika ülkelerindeki ekonomik büyüme ve dışa açılma süreçleri, ABD’nin bölge üzerindeki geleneksel etkisini sınırlamıştır. Brezilya’nın ekonomik olarak büyümesi ve artan uluslararası etkisi, ülkenin ABD’ye olan bağımlılığını azaltmış ve daha bağımsız politikalar izlemesine olanak sağlamıştır. Benzer şekilde, diğer Latin Amerika ülkeleri de siyasi istikrar ve ekonomik kalkınma süreçleri sayesinde güçlenmiş, bölgenin uluslararası alandaki özerkliği artmıştır. Latin Amerika’nın küresel bağlantılarını artırması, ABD’nin etkisinin azalmasında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle Çin ve Hindistan gibi yükselen güçlerin bölgeyle kurduğu ticari ve diplomatik ilişkiler, Latin Amerika’nın ABD dışındaki aktörlerle olan bağlarını güçlendirmiştir. Çin’in altyapı yatırımları ve ekonomik iş birliği anlaşmaları, bölgenin küresel ekonomideki yerini sağlamlaştırmıştır. Bununla birlikte, bölgedeki bazı halklar nezdinde yeni bir hegemonya endişesi ortaya çıkmış olsa da bu iş birliklerinin genel olarak hem Latin Amerika ülkelerine hem de Çin ve Hindistan’a fayda sağladığı görülmektedir. Latin Amerika’nın doğal kaynaklar bakımından zenginliği ve ekonomik gelişim potansiyeli, 21. yüzyılda bölgeyi uluslararası sistemde giderek daha önemli bir aktör haline getirmiştir.

ABD, tarih boyunca Latin Amerika’ya yönelik yürütmüş olduğu politikalarda genellikle başarılı olmuş, ancak bu süreçte uyguladığı şiddet, baskı ve ekonomik manipülasyonlar, bölge halklarının hafızasında derin izler bırakmıştır. Latin Amerika, günümüzde artan özerkliği ve küresel iş birlikleriyle uluslararası sistemde daha bağımsız bir konum elde etmeye devam etmektedir.

Trump ve Latin Amerika

Donald Trump’ın Latin Amerika’ya yönelik politikaları, güvenlik, ticaret ve göç ekseninde şekillenmiştir. Trump, ilk başkanlık döneminde sınır güvenliği ve yasa dışı göçle mücadeleyi öncelikli meseleler arasına yerleştirmiş, bu kapsamda ABD’nin güney sınırındaki göç akışını kontrol altına almak için bir dizi politika uygulamıştır. Göç meselesinin seçim kampanyasının merkezinde yer alması, ikinci dönemde de bu konunun öncelikli olmaya devam edeceğine işaret etmektedir.

Meksika, ABD’nin güney sınırındaki en önemli komşu ülke olarak göç meselesinde kilit bir rol oynamaktadır. Trump ilk döneminde “Meksika’da Kal” politikası ve Meksika sınırına duvar inşa edilmesi projeleriyle yasadışı göçmen akışını azaltma girişimlerinde bulunmuştur. Bu politikaların, Trump döneminde yasadışı göç akışını yavaşlatma konusunda belli bir başarı sağladığı belirtilse de politikaların daha çok reaksiyoner bir yapıda ve kurumsallıktan uzak olması nedeniyle, döneminin sona ermesinin ardından sınır gözetiminde yetersizlikler ortaya çıkmış ve yasa dışı göç yeniden artış göstermiştir. Dolayısıyla Trump’ın ikinci döneminde, göç meselesinin yine ana temalardan biri olması beklenmektedir. Bu kapsamda, Meksika ve Orta Amerika ülkeleriyle sınır kontrollerini güçlendirecek yeni anlaşmalar yapılabilir. Trump’ın Meksika ile ticari ilişkileri güçlendirme hedefi de göç politikası ile paralel ilerleyebilir. Trump, ikinci döneminde bu ticari iş birliğini genişleterek hem ekonomik büyümeyi desteklemek hem de göçmen krizini çözmek için yeni adımlar atabilir.

Trump yönetiminin Latin Amerika’daki bir diğer önceliğinin ise bölgedeki otoriter rejimlerle mücadele olması beklenmektedir. Venezuela ve Küba gibi ülkelerdeki “totaliter rejimlere” karşı daha sert önlemler alarak, bu ülkelerde demokratik değerlerin yeniden tesis edilmesini hedefleyen politikaların öne çıkacağı tahmin edilmektedir. Trump, ekonomik yaptırımlar ve diplomatik baskı mekanizmaları yoluyla bu ülkelerde rejim değişikliğini destekleme stratejisi izleyebilir.

Geçmişte uyuşturucu kartellerinin faaliyetlerini sınırlamak amacıyla, Trump yönetimi hem askeri hem de diplomatik yöntemlere başvurmuş, bu kapsamda Meksika ve Kolombiya gibi ülkelerle ortak çalışma mekanizmaları oluşturmuştur. Ancak, bu mücadeledeki sertlik yanlısı yaklaşımlar zaman zaman eleştirilere konu olmuş, bölgedeki yapısal sorunlara yönelik kalıcı çözümler üretilemediği ifade edilmiştir. Yeni dönemde ise Trump yönetiminin Latin Amerika’da uyuşturucu ticaretiyle mücadele konusundaki politikalarını daha da sertleştirmesi beklenmektedir.

Donald Trump’ın önceki başkanlık döneminde Latin Amerika ile ticari ilişkiler incelendiğinde ise ilişkiler öncelikle ABD’nin ekonomik çıkarlarını korumaya odaklı korumacı bir anlayışla yönetilmiştir. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA)’nın yerini alan ABD-Meksika-Kanada Anlaşması (USMCA), Trump’ın, Meksika ile ticari dengesizliklerin azaltılması ve ABD’li üreticilerin korunması hedefiyle yeniden müzakere edilmiştir. Yeni başkanlık döneminde Trump’ın Latin Amerika’daki ticari politikalarını, bu korumacı yaklaşımı derinleştirerek ABD ekonomisine odaklanması beklenmektedir. Bu konuda atması beklenilen bir diğer adım ise Latin Amerika’da artan Çin ve Rusya varlığını dengelemeye yönelik politikalar izlemesidir.

Latin Amerika’da çoğu ülkenin temel ticaret ortaklarından biri olan ABD, Çin’in artan ekonomik etkisiyle rekabet halindedir. Çin, son yıllarda Latin Amerika’daki etkisini büyük altyapı projeleri, yenilenebilir enerji yatırımları ve kritik mineral kaynaklarının temini yoluyla genişletmiştir. Çin’in 2003-2022 döneminde Latin Amerika’ya yaptığı toplam yatırımlar 187,5 milyar dolara ulaşmış, toplam ticaret hacmi ise 495 milyar dolara kadar yükselmiştir.[3] Bu şekilde Çin, Latin Amerika’nın ikinci büyük ticaret ortağı konumuna gelmiş ve bölgedeki çok sayıda ülkeyle serbest ticaret anlaşmaları imzalamıştır. ABD ise bölgedeki ekonomik etkisinin azalmaya başlamasını hem ticari bir kayıp hem de ulusal güvenlik sorunu olarak görmektedir. Trump, henüz başkanlık koltuğuna oturmadan Panama’yı, Panama Kanalı’nda geçiş tariflerin fahiş fiyat bandında olduğunu ileri sürerek, eğer uygun tarifeler uygulanmazsa Panama Kanalı’nı itiraz gözetmeksizin geri almakla tehdit etmiştir. Panama Kanalı’nın giriş ve çıkış noktasındaki limanlar Çinli şirketler tarafından işletilmektedir. Trump’ın Panama Kanalı konusundaki bu çıkışı, yeni dönemde Çin’in Latin Amerika’daki nüfuz alanlarını kırmak için önemli hamleler yapacağının habercisi olmuştur.

Latin Amerika’daki ekonomik etkisini yeniden tesis etmeye çalışan bir diğer aktör de Rusya’dır. Rusya, bölgede özellikle enerji sektörüne yönelik yatırımlar yaparak ve Venezuela gibi ülkelerdeki jeopolitik etkisini pekiştirerek ABD’nin bölgedeki liderliğine meydan okumaya çalışmaktadır.

Trump’ın yeni döneminde, ABD’nin Latin Amerika’daki ticari etkisini yeniden canlandırmak için serbest ticaret anlaşmalarına daha fazla odaklanması beklenmektedir. Bu çerçevede, Trump’ın bölge ülkeleriyle ticari bağlarını derinleştirmek ve ABD üreticilerini destekleyecek yeni ticaret mekanizmaları oluşturmak için stratejik adımlar atması olasıdır. Ek olarak, Trump’ın bölgede halen var olan ABD ortaklarıyla iş birliğini pekleştirmek için siyasi nüfuzunu etkin bir şekilde kullanması gerekecektir. Bu noktada, Latin Amerika’daki ticaret politikalarının sadece ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir rekabet zemini olduğunu göz önünde bulundurması beklenmektedir.

Trump’ın yeni başkanlık döneminde bu iki aktörle Latin Amerika’da yaşanacak ekonomik ve jeopolitik rekabet, ABD’nin bölgedeki etkisini yeniden tanımlayacak önemli bir belirleyici faktör olacaktır.

Sonuç olarak, Donald Trump’ın başkanlık döneminde izlediği Latin Amerika politikası, ABD’nin bölgedeki çıkarlarını koruma ana teması ile şekillenirken, pragmatik ve çoğu zaman sert yaklaşımlarıyla dikkat çekmektedir. Yeni başkanlık döneminde, Trump’ın Latin Amerika’ya yönelik politikaları, yine aynı amaçlar ekseninde şekillenirken daha doğrudan bir yaklaşım benimsemesi muhtemeldir. Bu politika, bölgedeki ABD karşıtlığını arttırma riski taşırken, Trump’ın bölgesel liderlik iddiasını pekiştirme amacını güdebilir.

Kaynakça

[1] ABD’nin Latin Amerika’ya Bakışını Şekillendiren Ögeler- Prof. Dr. Çağrı Erhan

[2] 20. YY’da ABD’nin Latin Amerika Politikaları-K. Bilal Özgenç

[3] İstanbul Ticaret Gazetesi, https://istanbulticaretgazetesi.com/cinin-yeni-yatirim-rotasi-latin-amerika

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği

Hakkımızda

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği, diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında derinlemesine bilgi edinmek, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında araştırmalar yapmak, bilgiyi işlevsel hale getirerek akademik yayınlar yapmak, seminer, konferans ve eğitim faaliyetleri düzenlemek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur.

This Pop-up Is Included in the Theme
Best Choice for Creatives
Purchase Now