Son yıllarda dünya genelinde hızla yükselen popülizm dalgası, yalnızca ulusal siyasetlerin yönünü değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda uluslararası ilişkilerdeki temel paradigmaları da sarsıcı bir şekilde etkilemiştir. Popülizm, halkın iradesine vurgu yaparak, çoğunlukla elit karşıtı ve mevcut düzeni sorgulayan bir siyaset tarzı olarak tanımlanır. Bu siyasi hareket, liberal demokrasinin normlarına ve uluslararası işbirliğine karşı geliştirdiği eleştirilerle dikkat çeker. Popülist liderler, genellikle milliyetçi söylemlerle halkı “biz” ve elitleri “onlar” olarak ayrıştırarak politik desteklerini genişletirler. Bu durum, uluslararası arenada çok taraflı işbirliği ve diplomasi süreçlerini zayıflatabilir. Özellikle küreselleşme karşıtlığı, uluslararası ticaret anlaşmalarına ve uluslararası kuruluşlara duyulan güvensizlikle birleşerek küresel siyasetin istikrarını tehdit eden bir unsur haline gelmiştir. Bu çalışmada, popülizmin uluslararası ilişkiler üzerindeki etkileri incelenerek popülist liderlerin dış politika stratejileri, küresel düzende yarattıkları dengesizlikler ve uluslararası işbirliği üzerindeki uzun vadeli sonuçları değerlendirilecektir.
Popülizmin Tanımı ve Özellikleri
Popülizm, siyasi sistemleri ve küresel düzeni eleştiren, halkı doğrudan temsil etmeyi savunan, elitleri ve bürokratik yapıları dışlayan bir söylemle öne çıkar. Popülist liderler genellikle “halk” ve “elitler” arasında keskin bir ayrım yaparak kitlelerin desteğini kazanır. Bu söylem, uluslararası düzlemde de yankı bulmuş ve birçok popülist lider, küresel siyaseti şekillendiren normlara karşı çıkmıştır. Popülizm, demokratik süreçler içinde halkın taleplerini öne çıkarsa da, bu taleplerin dış politika kararları üzerindeki etkisi karmaşıktır.
Uluslararası İlişkilerde Popülizmin Yükselişi
Popülist hareketler, uluslararası sistemdeki dengesizliklere tepki olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 2008 küresel ekonomik krizi ve sonrasında artan gelir eşitsizlikleri, birçok ülkede halkın mevcut siyasi yapıya duyduğu güveni zayıflatmıştır. Bu güvensizlik, popülist liderlerin küresel düzeni sorgulayan, uluslararası kuruluşlara ve anlaşmalara karşı çıkan politikalarını destekleyen geniş kitleler tarafından karşılık bulmuştur.
Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri’nde yükselişi ve Brexit süreci, popülist politikaların uluslararası düzende nasıl etkili olduğunu gösteren önemli örneklerdir. Trump, “Önce Amerika” sloganıyla dış politikada ulusal çıkarları ön plana çıkarmış, uluslararası kuruluşları eleştirmiş ve çok taraflı anlaşmalardan çekilmiştir. Benzer şekilde, Birleşik Krallık’ta Brexit referandumu, Avrupa Birliği’ne karşı popülist bir başkaldırı olarak değerlendirilebilir. Bu örnekler, popülist liderlerin uluslararası işbirliği ve çok taraflı diplomasiye mesafeli durduğunu göstermektedir. Siyasi popülizmle ilgili aşağıdaki yaşanmış olaylar örnek verilebilir:
Donald Trump ve Paris İklim Anlaşması’ndan Çekilme (2017)
Donald Trump’ın ABD başkanlığı döneminde Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi, popülist dış politika anlayışının uluslararası işbirliği üzerindeki en dramatik örneklerinden biri olarak kabul edilir. Paris Anlaşması, küresel iklim değişikliği ile mücadele etmek amacıyla ülkelerin karbon emisyonlarını azaltmalarını hedefleyen tarihi bir işbirliği mekanizmasıydı. Ancak Trump, bu anlaşmanın ABD ekonomisi üzerinde olumsuz etkiler yaratacağını savunarak anlaşmadan çekildi. Trump’ın “Önce Amerika” sloganı, bu kararın merkezinde yer aldı ve ulusal çıkarların küresel sorunların çözümüne feda edilemeyeceğini ileri sürdü. ABD’nin çekilmesi, dünya genelinde iklim değişikliği ile mücadelede ciddi bir boşluk yarattı ve diğer ülkelerin bu anlaşmaya olan bağlılığını zayıflatma riski doğurdu. Anlaşmadan çekilme süreci, popülist liderlerin ulusal egemenliği koruma amacıyla uluslararası işbirliği mekanizmalarına mesafeli durma eğilimlerinin somut bir örneği olarak tarihe geçti.
Brexit: Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden Ayrılması (2016)
Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma kararı, popülist hareketlerin uluslararası kuruluşlara karşı geliştirdiği eleştirilerin en güçlü ve sembolik örneklerinden biridir. Brexit referandumunu başlatan kampanyalar, Birleşik Krallık’ın ulusal egemenliğinin Avrupa Birliği(AB) tarafından kısıtlandığı ve halkın iradesine aykırı kararlar alındığı söylemleri üzerine kurulmuştu. Bu söylemler, göçmen karşıtlığı ve AB’nin bürokratik yapısına karşı halkın duyduğu rahatsızlıkla birleşerek güçlü bir popülist hareket yarattı. Sonuç olarak 2016 yılında yapılan referandumda Birleşik Krallık, AB’den ayrılma kararı aldı. Bu süreç, AB’nin bütünleşme projesine büyük bir darbe vurdu ve popülist hareketlerin uluslararası işbirliğini zayıflatıcı etkisinin güçlü bir göstergesi oldu. Aynı zamanda, AB’nin gelecekteki dayanışma ve bütünleşme süreçlerine yönelik belirsizlik yarattı.
Viktor Orbán ve Macaristan’ın AB’ye Karşı Tutumu
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán, Avrupa Birliği içinde en dikkat çeken popülist liderlerden biridir. Orbán, uzun süredir AB’ye karşı eleştirel bir tutum sergileyerek Macaristan’ın ulusal egemenliğini ve kültürel kimliğini savunma iddiasıyla birçok AB politikasına karşı çıkmıştır. Özellikle mülteci krizinde, Orbán’ın AB’nin ortak göç politikalarına karşı geliştirdiği sert söylem, AB içinde derin bölünmelere neden olmuştur. Orbán, AB’nin göçmen kotalarını kabul etmeyerek Macaristan’ın ulusal kimliğinin ve güvenliğinin tehlikede olduğunu savundu. Bu yaklaşım, AB’nin ortak değerlerine ve işbirliği süreçlerine meydan okuyan bir popülist söylemin güçlenmesine neden oldu.
Orbán’ın eleştirileri, Macaristan’ın hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı politikaları nedeniyle AB tarafından yaptırıma uğrama riskiyle karşı karşıya kalmasına rağmen AB’ye karşı popülist söylemleri iç politikada büyük destek bulmaya devam etti. Bu durum, popülist liderlerin uluslararası kuruluşlara karşı çıkarken iç siyasi meşruiyetlerini artırma stratejilerinin bir örneği olarak değerlendirilir.
Jair Bolsonaro ve Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ)
Jair Bolsonaro’nun Brezilya’daki popülist liderliği, Dünya Sağlık Örgütü’ne ve uluslararası sağlık normlarına karşı geliştirdiği söylemlerle dikkat çekmiştir. Özellikle COVID-19 pandemisi sırasında Bolsonaro, DSÖ’nün önerilerini ve uluslararası sağlık kuruluşlarının tavsiyelerini göz ardı ederek, pandeminin ciddiyetini küçümsemiş ve Brezilya’da halk sağlığını tehdit eden bir politika izlemiştir. Bolsonaro, pandeminin uluslararası bir komplo olduğu iddialarını ortaya atarak DSÖ’yü küresel elitlerin çıkarlarını koruyan bir yapı olarak hedef almıştır. Bu yaklaşım, pandeminin küresel yönetimini zorlaştırmış ve Brezilya’da salgının kontrolden çıkmasına neden olmuştur. Bolsonaro’nun uluslararası sağlık normlarına karşı geliştirdiği popülist söylem, küresel sağlık krizleri sırasında uluslararası işbirliği mekanizmalarının zayıflamasına yol açan bir başka örnektir.
Bu yaşanmış olaylar, popülist liderlerin uluslararası kuruluşlara ve çok taraflı işbirliği mekanizmalarına karşı geliştirdikleri eleştirilerin, küresel düzende ne kadar derin etkiler yarattığını göstermektedir. Popülist hareketler, ulusal egemenlik ve halkın iradesi gibi kavramları öne çıkararak uluslararası işbirliği süreçlerine mesafeli durur. Bunun sonucunda, küresel sorunların çözümüne yönelik işbirliği mekanizmaları zayıflar, uluslararası kuruluşların meşruiyeti sorgulanır ve küresel istikrar tehlikeye girer. Yaşanan bu olaylar, popülizmin yalnızca ulusal sınırlar içinde değil, aynı zamanda küresel siyasette de derin yapısal sorunlar yaratabileceğini açıkça göstermektedir.
Popülist Liderlerin Dış Politika Stratejileri
Popülist liderler, dış politika stratejilerinde genellikle iç politika söylemlerini uluslararası arenaya taşırlar. Popülist dış politika, ulusal egemenlik ve bağımsızlık söylemleri üzerine kurulur. Bu söylemler, dış tehdit algısını besleyerek içeride siyasi destek kazanmayı amaçlar. Popülist liderler, dış politikada agresif ve milliyetçi bir duruş sergileyebilir. Örneğin, Trump döneminde ABD’nin NATO’ya olan bağlılığını sorgulaması, Meksika sınırına duvar örme girişimleri ve Çin ile ticaret savaşları, ulusal çıkarları merkeze alan popülist bir dış politika anlayışının yansımalarıdır.
Buna ek olarak popülist liderler sıklıkla göçmen karşıtı politikalar geliştirir ve uluslararası mülteci anlaşmalarına mesafeli dururlar. Göçmen karşıtlığı, popülist söylemlerin temel taşlarından biri olarak öne çıkar ve bu da uluslararası arenada mülteci krizlerinin çözümüne yönelik işbirliklerini zorlaştırır. İtalya’da Matteo Salvini ve Macaristan’da Viktor Orbán gibi popülist liderler, göçmenlere karşı sert politikalarıyla dikkat çekmiş ve Avrupa Birliği’nin ortak göç politikalarına karşı çıkmışlardır.
Siyasi popülizmin küresel etkileri, uluslararası işbirliğinin zayıflaması, korumacı ekonomik politikalar ve artan ulusalcılık eğilimleri ile kendini gösterir. Popülist liderler, genellikle uluslararası kuruluşlara ve çok taraflı anlaşmalara karşı çıkarak küresel sorunların çözümünde işbirliğini zorlaştırır. Bu durum, özellikle iklim değişikliği, göç ve ticaret gibi küresel meselelerde işbirliği mekanizmalarını zayıflatır. Ayrıca popülist politikalar ekonomik korumacılığı ve ulusal çıkarları öne çıkararak ticaret savaşlarına ve küresel ekonomik istikrarsızlıklara yol açabilir. Uzun vadede, bu eğilimler demokratik süreçler üzerinde de olumsuz etkiler yaratabilir, küresel güvenlik risklerini artırabilir ve bölgesel istikrarsızlıklara neden olabilir.
Uluslararası Kuruluşlar ve Popülizm
Popülist liderler, uluslararası kuruluşlara karşı eleştirel bir tavır takınırlar. Bu kuruluşların ulusal egemenliği tehdit ettiğini ve halkın iradesine aykırı kararlar aldığını savunurlar. Özellikle Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Avrupa Birliği (AB) gibi kuruluşlar, popülist liderler tarafından küresel elitlerin çıkarlarını savunan yapılar olarak hedef alınır.
Bu yaklaşım, çok taraflı işbirliği süreçlerini zayıflatabilir ve uluslararası sorunların çözümünü zorlaştırabilir. Örneğin, Trump’ın Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi, küresel çevre politikalarına yönelik bir darbe olarak değerlendirilmiş ve iklim değişikliği ile mücadelede uluslararası işbirliğini zayıflatmıştır. Benzer şekilde, Avrupa Birliği’ne karşı gelişen popülist hareketler, birliğin içindeki dayanışmayı zayıflatmış ve ortak karar alma süreçlerini zorlaştırmıştır.
Popülist liderlerin uluslararası kuruluşlara yönelik eleştirileri ve bu kuruluşlardan çekilmeleri, küresel sorunların çözümünde önemli zorluklar yaratmaktadır. Bu durum, uluslararası işbirliği süreçlerini zayıflatırken küresel siyasetin istikrarını da tehlikeye atmaktadır. Popülist söylemlerle şekillenen bu politikalar, uluslararası kuruluşların meşruiyetine yönelik eleştirileri artırmakta ve uzun vadede küresel yönetişim yapısının zayıflamasına neden olmaktadır.
Küresel Güvenlik ve Popülizm
Popülizmin uluslararası ilişkilerde bir diğer önemli etkisi küresel güvenlik dinamikleridir. Popülist liderler, genellikle askeri harcamaları artırma ve güvenlik politikalarını sertleştirme eğilimindedir. Bu durum, uluslararası alanda silahlanma yarışını tetikleyebilir ve bölgesel gerilimleri artırabilir. Örneğin, Trump yönetimi döneminde ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını artırması ve Kuzey Kore ile nükleer müzakerelerde sert bir tavır takınması, popülist bir dış politika anlayışının yansımalarıdır.
Bununla birlikte popülist liderlerin müzakere süreçlerine mesafeli durmaları, uluslararası krizlerin çözümünü zorlaştırabilir. Popülist liderler, çoğunlukla kısa vadeli siyasi kazanımlar için sert dış politika hamleleri yaparlar; ancak bu hamleler uzun vadede uluslararası barış ve istikrarı tehdit edebilmektedir.
Sonuç
Popülizm, hem iç hem de dış politikada derin etkiler yaratan bir siyaset tarzıdır. Uluslararası ilişkilerde popülist liderlerin yükselişi, çok taraflı diplomasiye ve küresel işbirliğine karşı bir tehdit oluşturmuştur. Popülist liderler, ulusal egemenliği ve bağımsızlığı vurgulayan politikalar geliştirerek, küresel düzenin temelini oluşturan normlara meydan okumuşlardır. Bu durum, uluslararası ilişkilerde daha fazla belirsizlik ve istikrarsızlık yaratma potansiyeline sahiptir. Ancak popülizmin uzun vadeli etkileri henüz tam anlamıyla belirlenmemiştir ve bu dalganın gelecekte nasıl şekilleneceği, küresel siyasetin evrimi açısından önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır.
Bunula birlikte siyasi popülizm, ulusal egemenliği ve halkın iradesini ön plana çıkaran söylemleriyle yalnızca iç politikada değil, uluslararası arenada da derin etkiler yaratmaktadır. Popülist liderlerin uluslararası kuruluşlara ve çok taraflı işbirliklerine karşı sergiledikleri eleştiriler, küresel işbirliği süreçlerini zayıflatmakta ve uluslararası sistemin istikrarını tehdit etmektedir. Popülizmin uzun vadeli etkileri henüz tam anlamıyla netleşmemiştir ve gelecekte uluslararası ilişkilerde nasıl bir değişim yaratacağı, küresel siyasetin evrimi açısından önemli bir sorudur. Bu nedenle, popülist hareketlerin yarattığı zorluklara karşı küresel işbirliği ve kapsayıcı diplomasi stratejileri geliştirilmelidir.
Sonuç olarak popülist hareketlerin uluslararası ilişkilere getirdiği zorluklar, küresel işbirliğini güçlendirecek yeni stratejilerin geliştirilmesini gerektirmektedir. Bu stratejiler, popülist söylemlerin uluslararası sistemde yarattığı gerilimleri dengelemeye ve daha kapsayıcı bir küresel düzen inşa etmeye odaklanmaya yardımcı olacağı değerlendirilmektedir.