İran ve İsrail ilişkileri karmaşık denilebilecek kadar zorlu bir sürece sahip. Orta Doğu’da cereyan eden bu dengesiz ikili ilişkiyi 4 dönemde incelemek gerekiyor. Bunlar; 1947-1953 arası Pehlevi hanedanı dostluk dönemi, 1979’da İran İslam Devrimi’nden 1990’a kadar süren kötüleşme dönemi ve son olarak Körfez Savaşı’nın sonundan beri oluşan düşmanlık dönemi. 1947’de İran, Birleşmiş Milletler Filistin Paylaşım Planı’na karşı oy kullanan 13 ülke arasındaydı. İki yıl sonra, İran, İsrail’in Birleşmiş Milletlere kabul edilmesine karşı oy kullanmasına rağmen İsrail’i Türkiye’den sonra egemen bir devlet olarak tanıyan ikinci Müslüman ülke oldu. Batı yanlısı Muhammed Rıza Pehlevi’yi yeniden iktidara getiren 1953 darbesinden sonra, iki ülke arasındaki ilişkiler önemli ölçüde iyileşmeye başladı.
İyileşme dönemine örnek olarak İsrail’in, İran’ın silahlanma sürecinde aktif rol almasını vurgulamak mümkün. İran ve İsrail arasındaki ortak bir iş birliği olan ‘‘Çiçek’’ Tzur Projesi, ‘‘son teknoloji denizden denize füze, ABD Harpoon füzesinin 200 kilometrelik versiyonu’’nu geliştirmeyi amaçlıyordu. İsrail Savunma Bakanı General Ezer Weizman ve İran Savaş Bakanı General Hasan Tufanyan, İsrail’in Jericho-2 füzesi olan Project Flower kod adlı ortak yapımda görüşme de yapılmıştı.
İran-Kontra olayını araştıran ABD Kongre Komitelerinin Kasım 1987’de yayınladıkları rapora göre, “ABD’nin İsrail üzerinden İran’a silah satışı 1985 yazında Başkan Reagan’ın onayını aldıktan sonra başlamıştır.’’ Bu satışlar arasında 2.008 TOW füzesi ve Hawk füzeleri için 235 parça kiti İsrail üzerinden İran’a gönderilmişti. İsrail’den İran’a 18 F-4 avcı-bombardıman uçağı, 46 Skyhawk avcı-bombardıman uçağı ve yaklaşık 4.000 füzeden oluşan 2 milyar ABD dolarına kadar Amerikan silahı sevkiyatı ABD Adalet Bakanlığı tarafından engellenmiş ve doğrulanmamış raporlarda İsrail’in İran’a Sidewinder havadan havaya füzeler, radar ekipmanları, havan ve makineli tüfek mühimmatı, sahra telefonları, M-60 tank motorları ve top mermileri ve C-130 nakliye uçakları için yedek parçalar satmayı kabul ettiği iddia edildi. İsrail’in İran’a silah satışı İran-Irak Savaşı’ndan sonra da düzensiz ve gayri resmi olarak devam etti.
1979 İslam Devrimi’nden sonra İran, İsrail ile tüm diplomatik ve ticari bağlarını kopardı ve teokratik hükümeti Tel Aviv’in meşruiyetini tanımamaya başladı. Soğuk barıştan açık düşmanlığa geçiş 1990’ların başında, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden ve Irak’ın Körfez Savaşı’nda yenilmesinden kısa bir süre sonra başladı ve ardından Orta Doğu’daki göreceli güç İran ve İsrail’e geçti. Çatışma 1990’ların başında Yitzhak Rabin hükümetinin İran’a karşı daha saldırgan bir tutum benimsemesiyle tırmandı. Retorik çatışma, İsrail’e karşı kışkırtıcı açıklamalar yapan Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde zirveye ulaşmıştır. İkili gerilimin tırmanmasına katkıda bulunan diğer faktörler arasında İran’ın İsrail’in uzun süredir ilan ettiği ‘‘Begin Doktrini’’ne göre nükleer teknoloji geliştirmesi, İran’ın Hizbullah, Filistin İslami Cihadı, Hamas ve Husi hareketi gibi İslamcı grupları finanse etmesi yer almaktaydı. İsrail’in 1992’de Buenos Aires’teki İsrail Büyükelçiliği’ne yapılan saldırı ve 1994’teki AMIA bombalaması gibi terör saldırılarına karıştığı iddialarının yanı sıra İsrail’in İran Halkın Mücahitleri ve Cundullah gibi militan gruplara verdiği iddia edilen desteğin yanı sıra İsrail’in İran’da çok sayıda suikast ve bombalama dahil olmak üzere gizli operasyonlar yürüttüğü iddiaları da mevcuttu.
1985 yılından bu yana İran ve İsrail, Orta Doğu’nun jeopolitiğini büyük ölçüde etkileyen ve 2006 Lübnan Savaşı’nda olduğu gibi İran ve İsrail örgütleri arasında doğrudan askeri çatışmaları da içeren süregelen bir vekalet çatışması içindedir. Bu çatışma, Suriye ve Yemen’deki çatışmalarda karşıt gruplara verilen destek de dâhil olmak üzere çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. İran, Suriye hükümetine destek verirken İsrail muhalif grupları destekledi. Yemen’de İran Husi isyancılara destek verirken İsrail de isyancılarla savaşan Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyona destek verdi. Çatışma aynı zamanda nükleer tesislere ve petrol tankerlerine saldırılar da dahil olmak üzere birbirlerinin altyapısına yönelik siber saldırılar ve sabotajları da içeriyordu. Genel olarak, İran-İsrail vekalet çatışması, Orta Doğu’nun siyasi ve güvenlik dinamikleri üzerinde önemli bir etkiye sahip olan karmaşık ve devam eden bir çatışmadır.
26 Mayıs 2006 tarihinde dönemin Rusya Savunma Bakanı Sergei Ivanov Moskova’nın İran’a sofistike uçaksavar füzeleri tedarik etme taahhüdünü yinelemiştir. Lockheed Martin F-35 Program Entegrasyonu Başkan Yardımcısı Tom Burbage, İsrail’in F-35’e sahip olduğunda S-300’den korkmasına gerek kalmayacağını belirtmişti.
Haziran 2008’de İsrail, Amerikalı yetkililerin İran’a yönelik bir bombalı saldırı için eğitim olabileceğini düşündükleri büyük bir askeri tatbikat gerçekleştirdi. Üst düzey bir Pentagon yetkilisi tatbikatın amaçlarından birinin ABD ve diğer ülkelere İsrail’in askeri olarak harekete geçmeye hazır olduğuna dair açık bir mesaj göndermek olduğunu söyledi. Bush yönetimi İsrail’e bin adet GBU-39 sığınak delici bomba satmayı kabul etmişti ama İran’ın şehri Natanz’a yönelik bir saldırı bu bombalardan yüzlercesini gerektirecekti.
Nisan 2009’da ABD Kara Kuvvetleri Komutanı David Petraeus “İsrail hükümeti İran’ın nükleer silah sahibi olma ihtimalinin kendisini o kadar tehdit ettiğini görebilir ki bunu engellemek ya da geciktirmek için önleyici bir askeri harekata girişebilir” demiştir. 17 Eylül 2009’da İsrailli Bakan Ze’ev Elkin, Rusya’nın S-300 füzelerini teslim etmesinin İran’ın İsrail’i vurmaya itebileceğini söyledi.
İran sürekli olarak nükleer programının tamamen sivil amaçlı olduğunu ve barışçıl nükleer programını nükleer silah geliştirmek için kullanmak gibi bir niyeti olmadığını iddia etmiştir. İran’ın yakın tarihi boyunca, özellikle de İran-Irak savaşı sırasında, İran ticari elektrik şebekesinde önemli kesintiler yaşamıştır. İran ayrıca sürekli olarak nükleer reaktörlerinin ürettiği elektriğin bir kısmını, ağırlıklı olarak petrole dayalı ekonomisini daha çeşitli gelir kaynaklarına dönüştürmenin bir yolu olarak, nihayetinde bölgesel komşularına ihraç etmeyi planladığını iddia etmiştir.
O dönemde İran’ın eski Dışişleri Bakanı Manouchehr Mottaki, İsrail’in saldırı kapasitesine sahip olmadığını ve 2006’daki Lübnan savaşının yaralarını sarmaya çalıştığını açıkladı. İran Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi ise İsrail’in İran füzelerinin menzilinde olduğunu ve İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatarak küresel petrol arzının beşte ikisini keseceğini söyledi. İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma ya da trafiği bir ay veya daha uzun süre engelleme kapasitesi vardı ve ABD’nin boğazı yeniden açma girişimleri çatışmayı tırmandırmıştı.
7 Şubat 2010 tarihinde İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney İsrail’in yok edilmesinin kesin olduğunu söyledi. İran haber sitesi Tehran Times’a göre, Filistin İslami Cihad lideri Ramazan Abdullah Şallah “İsrail düşüşe ve çöküşe doğru yokuş aşağı gidiyor ve Allah’ın izniyle yok olması kesin” dedi. Hamaney İsrail’i “vahşetin, acımasızlığın ve çirkinliğin sembolü” olarak nitelendirdi ve Batı’nın “Siyonist rejime verdiği desteğin etkisiz olduğunu” söyledi. İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Genelkurmay Başkanı Esfandiar Rahim Mashaei, İsrail’in İran’a saldırması halinde bir hafta içinde yok edileceğini söyledi.
24 Haziran 2022’de İran, İsrail Başbakanı Yair Lapid’in İran’ın İstanbul’da İsraillilere suikast düzenleyeceği iddialarının “gülünç” olduğunu ve İran ile Türkiye arasındaki ilişkileri bozmayı amaçladığını iddia etti.
Günümüz İran-İsrail İlişkileri
İsrail geçmişte İran’da düşük seviyeli ya da “gayri resmi” operasyonlar düzenlemişti ancak 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’in güneyine düzenlediği saldırılar ve ardından İsrail’in Gazze’ye açtığı savaştan bu yana İran ve İsrail arasındaki gerilim ilk kez doğrudan askeri çatışmaya dönüştü.
Bu saldırının sonuçları henüz netleşmemiş olsa da Orta Doğu’daki şiddetin yakın zamanda sona ermeyeceğini gösteriyor. Ancak Gazze ve Filistinlilerin ötesinde başka boyutlar da söz konusu. İsrail ile devrim sonrası İran arasındaki ilişkiler hiçbir zaman iyi olmadı. İran hükümeti İsrail’in yok edilmesi çağrısında bulunmuş, İsrail de dış istihbarat servisi Mossad’ı suikastlar ve siber savaş yoluyla İran’ın nükleer programını sekteye uğratmak için kullanmıştır.
İsrail, İran’a yönelik en son doğrudan saldırısında Tahran, Huzistan ve İlam eyaletlerindeki askeri hedefleri havadan vurarak askeri tesislerde küçük çaplı hasara yol açtı ve dört askeri öldürdü. İsrail planları hakkında ABD Dışişleri Bakanlığı’na danıştı ancak ABD saldırılara doğrudan müdahil olmadı.
Tahran hasarın boyutunu küçümsemiş olsa da İran rejimi önümüzdeki haftalarda bölgeyi diken üstünde tutacak bir karşılık vermeyi göz ardı etmedi. Hatta İran parlamentosundaki bazı sertlik yanlıları saldırının kırmızı çizgiyi aştığını ve bir yanıt verilmesi gerektiğini söylüyor.
Çatışmayı kim başlattı?
Bu çatışmada “kim başlattı?” sorusunu cevaplamak o kadar da basit değil. İranlılara soracak olursanız, ilk gerilimin Nisan ayı başında İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’da İran’a ait bir diplomatik yerleşkeyi vurarak iki üst düzey İranlı generali öldürmesiyle başladığını söyleyeceklerdir.
İsraillilere soracak olursanız, Hizbullah’ın geçtiğimiz yıl İsrail’in kuzeyinde gerçekleştirdiği saldırıların İran’ın ilk taşı atması anlamına geldiğini söyleyeceklerdir; zira Hizbullah, Devrim Muhafızları Ordusu (DMO)’nun militan bir vekilidir.
İran, İsrail’in kendi topraklarına yönelik saldırılarına iki kez roket ve patlayıcı yüklü insansız hava araçlarıyla karşılık verdi; birincisi konsolosluk saldırısına misilleme olarak, ikincisi de Ekim ayı başında Hamas liderlerinden İsmail Haniye’nin Tahran’daki bir saldırıda öldürülmesinin ardından. İsrail’in son hava saldırısı İran’ın Ekim başındaki misillemesine doğrudan bir yanıt niteliğindeydi.
İki Düşman mı Yok Müttefik mi?
Çoğu kişi tarafından İran-İsrail düşmanlığının sözde olduğu, gerçekte ise bu iki ülkenin birlikte iş birliği yapan iki müttefik olduğu kabul edilir. Aslında, iki ülke arasında hemen hemen birbirine hiç isabet etmeyen roket saldırılarına baktığımızda bu karara varmak şaşırtıcı değil.
Ülkeler arasında, hatta ezeli düşmanlar arasında bile doğrudan askeri saldırıların nadir olmasının bir nedeni vardır. Başka bir devlete saldırırken, nasıl karşılık vereceklerini tam olarak bilmek zordur, ancak misilleme saldırısı neredeyse sıklıkla beklenir. Çünkü savunma güçleri sadece savaşmak ve kazanmak için kullanılmaz, aynı zamanda savaşları caydırmak için de hayati önem taşır. Bir savaş gücü saldırıya uğradığında, gelecekteki saldırıları caydırabileceği algısını korumak ve yeteneklerini sergilemek için karşılık vermesi önemlidir. Şu anda İsrail ve İran arasında yaşanan da bu diyebiliriz. Yani iki taraf da zayıf görünmek istemiyor.
Bir yandan, ordunuzun bir dış tehdide karşılık vermekten aciz olduğunu göstermek kabul edilemez ve teorik olarak daha fazla saldırıya davetiye çıkarır. Kullanılmayan bir caydırıcı unsur caydırıcı değildir. Öte yandan, misillemenin düşmanınızla topyekûn bir çatışmaya dönüşme riski de vardır. İsrail ve İran söz konusu olduğunda bu neredeyse kesin olarak ABD güçlerinin müdahalesi anlamına gelecektir ki bu korkunç bir ihtimaldir.
Mevcut tabloya baktığımızda bu sonuç pek olası değil. Hem İran hem de İsrail’in saldırılarını gerilimi daha da tırmandırmak yerine “yüzlerini kurtarmak” ve caydırıcılık kapasitelerini korumak için kullandıklarına dair işaretler var.
Her iki tarafın da daha büyük bir çatışmadan kaçınmak için nedenleri var. Lübnan’da Hizbullah’ı hedef alarak düşmanlarına karşı ikinci bir cephe açan İsrail, İran ile topyekûn bir savaşa girmesi halinde bölgedeki en büyük konvansiyonel savaş gücüyle karşı karşıya kalacak. Ayrıca İran’ın liderleri son yıllarda halkın yaygın hoşnutsuzluğu nedeniyle ülke içinde baskı altında. Doğrudan bir savaş rejimin bekasını tehdit edebileceğinden İran, İsrail’e vekilleri aracılığıyla saldırmaya devam etmeyi ve makul inkâr edilebilirliği sürdürmeyi tercih edecektir.
Peki, İran ve İsrail gerçekte düşman mı, dost mu? Bu soru uzun dönem daha akıllarımızda soru olarak kalacak.