İsrail ve Lübnan arasında 27 Kasım saat 04.00 itibarıyla yürürlüğe giren ateşkes anlaşması, bölgedeki uzun süredir devam eden çatışmalara son verme amacı taşımaktadır. ABD ve Fransa’nın arabuluculuğunda hazırlanan ve 13 maddeden oluşan bu anlaşma, Hizbullah ile İsrail arasında devam eden çatışmaları durdurmayı, bölgedeki istikrarı sağlamayı ve taraflar arasındaki askeri gerilimi azaltmayı hedeflemektedir. Ancak, İsrail’in kısa süre içinde gerçekleştirdiği ihlaller, ateşkesin sürdürülebilirliği konusunda ciddi soru işaretleri doğurmuştur. Bu durum, anlaşmanın yalnızca çatışmaları geçici bir süreliğine dondurabileceğini ve savaşın tamamen sona erdiği anlamına gelmediğini ortaya koymaktadır.
Ateşkes antlaşması, Hizbullah unsurlarının Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesini ve bu bölgenin silahsızlandırılmasını öngörmektedir. Buna paralel olarak İsrail ordusunun da 60 günlük süreçte kademeli olarak bölgeden çekilmesi planlanmıştır. Joe Biden, Litani Nehri ile İsrail sınırı arasındaki bölgeye Lübnan ordusundan 5 bin ila 10 bin asker konuşlandırılacağını belirtmiştir. Bu düzenlemeler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1701 sayılı kararına dayanmaktadır. Karar, İsrail’in Mavi Hat sınırlarına çekilmesini ve Litani Nehri’ne kadar olan bölgenin yalnızca Lübnan ordusu ve Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü (UNIFIL) tarafından kontrol edilmesini şart koşmaktadır. Aynı zamanda Lübnan’daki silah üretiminin ve satışının Lübnan hükümetinin denetimine alınması ve yasa dışı grupların yeniden silahlanmasının engellenmesi hedeflenmiştir.
Bu anlaşma, 2006 İsrail-Lübnan Savaşı sonrası oluşturulan 1701 sayılı kararla büyük benzerlik taşımaktadır. Ancak, 14 ay süren çatışmaların ardından imzalanan ateşkesin kapsamı ve taraflar arasındaki gerilim, bölgedeki çatışma riskinin halen devam ettiğini göstermektedir. Özellikle İsrail’in kısa sürede gerçekleştirdiği 60 ihlal, ateşkesin taraflar üzerindeki bağlayıcılığı konusunda endişeler yaratmıştır. Lübnan tarafı, ateşkesi büyük bir başarı olarak değerlendirirken, İsrail kamuoyunda anlaşma “her şey bir hiç uğruna” olarak nitelendirilmiştir.
8 Ekim 2023’te Güney Lübnan’da başlayan çatışmalar, 17 Eylül 2024 itibarıyla yoğunlaşmış; yaklaşık 4.000 Lübnanlı hayatını kaybetmiş ve 1 milyondan fazla kişi evlerini terk ederek ülke içinde büyük bir göç dalgasına neden olmuştur. Ateşkesin yürürlüğe girmesiyle 15 binden fazla Lübnanlı, göç ettikleri Suriye’den evlerine dönmüştür. Ancak, ateşkesin sahada kalıcı bir barışa dönüşüp dönüşmeyeceği halen belirsizliğini korumaktadır.
Çatışmaların ilk gününden itibaren, İsrail ve Lübnan hükümetleri 2006 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından ilan edilen 1701 sayılı kararın uygulanması gerektiğini vurgulamışlardır. Bu karar, İsrail-Lübnan sınırında yalnızca Lübnan ordusunun bulunması ve Hizbullah güçlerinin güneyden tamamen çekilmesi şartlarını öngörüyordu. Ayrıca, Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi de kararda belirtilmişti. Ancak süreç içerisinde, İsrail, “Mavi Hat” olarak belirlenen sınır çizgisine tamamen çekilmek yerine, bu hattın gerisinde kalmaya devam etmiş; aynı şekilde Hizbullah’ın bölgeden tamamen ayrılması da mümkün olmamıştır. Aksine, Hizbullah, 2006 savaşında kazandığı prestij ve güçle güneydeki etkinliğini daha da artırmıştır. Günümüzde, son bir yıl içinde İsrail’e karşı üst üste aldığı darbeler sonucunda Hizbullah’ın gücünü önemli ölçüde kaybettiği görülse de ateşkes maddeleri incelendiğinde bu maddelerin tamamının İsrail çıkarlarına hizmet etmediği de ortaya çıkmaktadır.
İki ülke arasında imzalanan anlaşmanın 1. maddesine göre, Lübnan hükümeti, Hizbullah ve Lübnan topraklarında bulunan diğer tüm silahlı grupların İsrail’e karşı herhangi bir operasyon düzenlemesini engelleyecek. Buna karşılık, İsrail de Lübnan’a yönelik olarak, sivil, askeri veya devlete ait hedeflere kara, deniz veya havadan herhangi bir askeri saldırı düzenlemeyecek. Böylece, her iki devlet arasında doğrudan saldırılara karşı bir garanti sağlanmış olmaktadır.
Bu durum, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1701 sayılı kararına dayanmaktadır. Söz konusu karar, İsrail’in Mavi Hat sınırlarına çekilmesini ve Litani Nehri’ne kadar olan bölgenin sadece Lübnan ordusu ve Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü’ne (UNIFIL) ait silah ve askeri araçlar tarafından kontrol edilmesini öngörmektedir. Aynı zamanda Lübnan’daki silah üretimi ve satışının Lübnan hükümeti denetimine alınması ve bu grupların yeniden silahlanmasının önlenmesi hedeflenmiştir.
Lübnan’ın güneyindeki Litani Nehri ve İsrail ile sınır olarak belirlenen Mavi Hat arasındaki bölgeler, 2000 yılından bu yana Hizbullah’ın güçlü askeri nüfuzu altında bulunmaktadır. Litani Nehri’nin kuzeyi, hem Lübnan ordusu hem de Hizbullah için stratejik bir öneme sahiptir. İsrail’in, bu bölgede varlığını devam ettirmek istemesi, bölgesel dengeleri doğrudan etkilemektedir. Lübnan hükümeti, Hizbullah gibi grupların İsrail’e yönelik operasyonlarını engellemeyi taahhüt etmiştir. Buna karşılık, İsrail’in de Lübnan’a yönelik hava, kara ve deniz operasyonlarından kaçınması gerekmektedir. Ancak bu taahhütlerin sahada ne derece uygulanabileceği belirsizdir.
İsrail, ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından kısa bir süre içinde bu antlaşmayı ihlal etmiş ve 27 Kasım’dan sonraki dört gün içinde toplamda 60 ihlal gerçekleştirmiştir. Lübnan hükümetinin açıklamalarına göre, bu ihlallerin 22’si tek bir gün içinde yaşanmıştır. İsrail’in bu eylemleri, ateşkesin taraflar üzerindeki etkisi ve bağlayıcılığı konusunda soru işaretleri yaratmıştır. Diğer yandan, ateşkesin yürürlüğe girmesiyle birlikte, 15 binden fazla Lübnanlı, yerlerinden edilerek göç ettikleri bölgelerine geri dönmüştür. Ancak, İsrail’in gerçekleştirdiği ihlaller, bu gelişmelerin kalıcı barışa dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda endişelere yol açmaktadır.
Antlaşmanın üç temel aşaması bulunmaktadır: Birinci aşamada saldırıların sona ermesi; ikinci aşamada İsrail ordusunun Mavi Hat sınırlarına çekilmesi ve üçüncü aşamada Lübnan’ın güney kara sınırlarının istikrara kavuşturulması öngörülmektedir. Ancak her iki tarafın bu maddelere ne derece uyacağı belirsizdir ve herhangi bir ihlal, çatışmaların yeniden başlamasına neden olabilir.
Uluslararası hukuk, işgale karşı direnişi meşru kabul etmekte ve Lübnan topraklarında yaşayanların işgalci güçlere karşı direnme noktasında meşru hakkını tanımaktadır. Buna rağmen, İsrail’in Lübnan topraklarından çekilme taahhüdünü yerine getirmemesi, ateşkesin kalıcı bir barışa dönüşmesi önünde engel teşkil etmektedir. Anlaşmanın kalıcı ve kapsamlı bir çözüm için zemin hazırlaması öngörülmüş olsa da İsrail’in Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Golan Tepeleri gibi bölgelerdeki işgalini sürdürmesi, bu hedefin ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulatmaktadır.
Birleşmiş Milletler Barış Gücü (UNIFIL), geçtiğimiz ay İsrail tarafından saldırıya uğramış, bu saldırılar sonucunda yaralanmalar ve ciddi maddi hasar meydana gelmiştir. UNIFIL’in güvenliği konusunda duyulan endişeler, ateşkes sürecindeki kırılganlıkları gözler önüne sermektedir. İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmeye yanaşmaması ve Lübnan’ın egemenlik haklarını ihlal etmeyi sürdürmesi, bölgedeki çatışma riskini artırmaktadır.
Bu ateşkes antlaşması, taraflar arasında derin bir güvensizlik ortamında yürürlüğe girmiştir. Hizbullah’ın askeri gücü, İsrail’in ihlalleri ve bölgedeki karmaşık siyasi dinamikler, bu ateşkesin kalıcı bir barışa dönüşmesini zorlaştırmaktadır. Ateşkesin başarıya ulaşması, tarafların antlaşma maddelerine ne ölçüde sadık kalacağına ve uluslararası toplumun süreci kararlılıkla desteklemesine bağlıdır. Ancak, taraflar arasındaki derin tarihsel çatışmalar ve siyasi çıkar farklılıkları, uzun vadeli bir barış sürecinin önündeki en büyük engel olmaya devam etmektedir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve UDİAD’ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.