Yeni güç merkezleri, belirli bir bölgede siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda belirleyici rol oynayan ve küresel etki alanını genişletmeye çalışan yarı çevre devletlerdir. 21. yüzyıl, Çin, Rusya, Hindistan ve Türkiye gibi aktörlerin yükselişine tanıklık etmiş, bu devletler ekonomik ve siyasi nüfuzlarını genişletme arayışına girmişlerdir. Afrika ülkeleri, sahip oldukları ham madde kaynakları ve demografik potansiyel nedeniyle bu yarı-çevre devletler için cazip bir hedef haline gelmiştir.
Tarihsel olarak Afrika kıtası, Batılı devletlerin etki alanı içinde kalmıştır. Ancak, dünya-sistemine entegrasyon sürecinde Batılı aktörler, post-kolonyal istikrarsızlıklar nedeniyle zayıflamıştır. Soğuk Savaş döneminde bu boşluğu SSCB doldurmuş, günümüzde ise Çin benzer bir strateji izlemektedir.
Çin, 2011 yılında ABD’yi geride bırakarak Afrika’nın en büyük ticaret ortağı haline gelmiştir. 2025 yılının sonunda da yine Çin’in Afrika’daki ticaret, alt yapı ve teknolojik hakimiyetini koruyacağı öngörülmektedir. Küresel liderlik hedefi doğrultusunda, “Çin Rüyası” olarak adlandırılan vizyonunu gerçekleştirmek için Çin Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından 2013 yılında duyurulan ve 2049 yılına kadar tamamlanması hedeflenen “Bir Kuşak Bir Yol” girişimi hayata geçirilmiştir. Afrika, bu projenin Deniz İpek Yolu ayağında yer alarak Çin’in ulaşım ve altyapı yatırımlarından faydalanmaktadır.
Çin, Afrika Birliği’nin “Gündem 2063” hedeflerine paralel olarak kıtada karayolu, demiryolu, liman ve enerji ağlarının geliştirilmesine destek vermektedir. Bu çerçevede Çin, 2000’lerin başından bu yana Afrika’ya 150 milyar doların üzerinde yatırım yapmıştır. Özellikle Demir İpek Yolu olarak adlandırılan demiryolu projeleri (Kenya’daki Mombasa-Nairobi hattı, Etiyopya-Cibuti demiryolu) ve derin deniz limanları (Cibuti, Kamerun, Tanzanya) Çin’in kıtadaki lojistik hakimiyetini güçlendirmiştir. Ancak bu projelerin finansmanı, genellikle Çin Eximbank ve Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi kuruluşlardan sağlanan yüksek faizli kredilerle gerçekleşmektedir. Sri Lanka’daki Hambantota Limanı’nın 99 yıllığına Çin’e kiralanması gibi örnekler, Afrika’da da yaşanmaktadır. Zambiya, 6,6 milyar dolarlık borcunu ödeyemediği için Kenneth Kaunda Uluslararası Havalimanı ve elektrik şebekesinin yönetimi Çinli şirketlere devredilmiştir.
Çin, Afrika’daki ekonomik nüfuzunu askeri ve dijital alanlara da taşımaktadır. Çin’in ilk deniz aşırı askeri üssü Cibuti’de kurulmuş olup, Kızıldeniz’in stratejik su yollarını kontrol etmektedir. Ayrıca Nijerya, Çin’den Katsina, Gombe ve Gusau şehirlerine konuşlandırmak üzere insansız hava araçları satın alırken, Etiyopya ve Sudan, Pekin’den modernize edilmiş tank ve hava savunma sistemleri temin etmektedir.
Çin, dijital gözetim teknolojileri ile Afrika’da veri kontrolünü artırmaktadır. Huawei’nin sağladığı 5G altyapısı, yüz tanıma sistemleri ve veri izleme kapasiteleri, bazı Afrika ülkelerinde güvenlik politikalarının bir parçası haline gelmiştir.
Afrika ülkeleri, yetersiz finansman kaynakları ve uluslararası sermaye piyasalarına erişimdeki zorluklar nedeniyle Çin’in yatırımlarına yönelirken, Batı’nın sömürgeci geçmişi ile Çin’in ekonomik genişlemesi arasında bir ikilemde kalmaktadır. Zambia ve Gana’da, Çinli maden şirketlerinin yerel halka kötü muamelesi protestolara yol açmıştır. Rusya ise Çin’in ekonomik nüfuzuna karşılık, Wagner paralı askerleri ile Afrika’daki askeri varlığını güçlendirmektedir. Fransa’nın Sahel bölgesinde (Mali, Burkina Faso, Nijer) etkisinin azalmasıyla birlikte ABD, Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığı (AFRICOM) üzerinden Çin’in artan etkisini dengelemeye çalışmaktadır.
Sonuç itibariyle, Çin, Afrika’da “kazan-kazan” söylemiyle ilerlese de bu yatırımların arkasında stratejik bir borç tuzağı bulunmaktadır. Çin, Batı’nın aksine siyasi koşullar öne sürmeden finansman sağlasa da, borçların geri ödenememesi durumunda kritik altyapı projelerinin kontrolünü ele geçirmektedir. COVID-19 sürecinde, Afrika ülkelerinin borç yükü altında sağlık ve ekonomi politikalarını yürütmekte zorlanması bu durumu açıkça ortaya koymuştur. Şüphesiz ki Çin, ekonomik yatırımlar, altyapı projeleri ve askeri iş birlikleri yoluyla Afrika’da bir enerji ve hammadde üssü oluşturmaktadır. Batı’nın aksine, siyasi müdahaleden kaçınan bir yaklaşım benimseyerek kıtada uzun vadeli bir nüfuz alanı inşa etmektedir. Ancak, bu strateji, Afrika’nın borç krizini derinleştirerek ekonomik bağımlılığa yol açmaktadır. 2049’a kadar küresel süper güç olma hedefiyle hareket eden Pekin yönetimi, Afrika’yı yalnızca bir hammadde kaynağı olarak mı görüyor, yoksa gerçek bir kalkınma ortağı mı? Önümüzdeki yıllarda bu sorunun yanıtı, Afrika’daki Çin karşıtı dalganın büyüklüğünü belirleyecek.