Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Gezegenin Geleceği: G20 ve COP30 Zirveleri İklim Krizine Yeterli Yanıt Olabilir mi?

Yazar: Av. Esra Fatma Fazlıoğlu

2025 yılında Güney Afrika’nın ev sahipliğinde düzenlenen G20 Zirvesi, küresel ekonomik ve çevresel politikaların belirleneceği kritik bir platform oldu. 2025 Kasım ayında Brezilya’da düzenlenecek COP30, Paris Anlaşması’nın onuncu yıl dönümüne denk gelerek ülkelerin iklim taahhütlerini güncelleme gerekliliğini ortaya koymaktadır. Brezilya Devlet Başkanı, COP30’un küresel iklim politikaları açısından önemli bir dönüm noktası olacağını vurgulamış ve Amazon Ormanları’nın korunması için iklim çalışmaları ile iklim savunucularının bölgenin tanınırlığını artırmasının gerekliliğini ifade etmiştir.Dayanışma, Eşitlik ve Sürdürülebilirlik” temasıyla düzenlenen G20 Zirvesi de sürdürülebilir kalkınma ve yeşil enerji dönüşümüne odaklanmıştır.

Karbondioksit emisyonlarının artışı, atmosferdeki sera gazı yoğunluğunu yükselterek iklim değişikliğine neden olan temel etkenlerden biridir. Bu ilişki, uluslararası düzeyde ilk kez 1972 Birleşmiş Milletler Stockholm İnsan Çevresi Konferansı’nda ele alınmış[1] ve küresel ölçekte giderek önem kazanmıştır.

1992’de Rio de Janeiro’da kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS), küresel sıcaklık artışını sınırlamak ve iklim değişikliğiyle mücadeleyi amaçlamaktadır. 1994’te Türkiye’de yürürlüğe giren sözleşmeye şu anda 197 ülke taraftır. En üst düzey karar alma organı olan Taraflar Konferansı (COP), her yıl farklı ülkelerde düzenlenerek iklim krizine küresel çözümler üretmeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda, 2015 yılında gerçekleştirilen COP21’de imzalanan Paris Anlaşması, ülkelerin özellikle sera gazı emisyonlarını azaltma taahhüdünde bulunmasını sağlamış ve iklim değişikliğiyle mücadelede somut adımlar atmalarına zemin hazırlamıştır. En son düzenlenen COP29, 2024 yılında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de gerçekleştirilmiştir. Bu konferansta, gelişmekte olan ülkelerin iklim felaketlerine karşı korunması ve temiz enerjiye geçişin desteklenmesi amacıyla yeni bir finansman hedefi belirlenmiştir. Bu kapsamda, gelişmiş ülkeler, en az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere 2035 yılına kadar yıllık en az 300 milyar dolar iklim finansmanı sağlama taahhüdünde bulunmuştur. Ayrıca, Paris Anlaşması’nın 6. Maddesi’ne ilişkin kurallar tamamlanarak uluslararası karbon piyasalarının işleyişine dair standartlar belirlenmiştir. Yakın zamanda yayımlanan küresel iklim raporları[2], G20 ülkelerinin Paris Anlaşması hedeflerine ulaşma konusunda yetersiz kaldığını ortaya koymaktadır. Mevcut politikalar devam ettiği takdirde, küresel sıcaklık artışının yüzyıl sonuna kadar 2.6°C seviyesine ulaşabileceği öngörülmektedir ki bu, iklim krizinin en yıkıcı etkilerini kaçınılmaz hale getirecektir.

Paris Anlaşması, 2020 sonrası iklim rejimini belirleyen ve küresel sıcaklık artışını mümkünse 1.5°C, değilse 2°C ile sınırlandırmayı amaçlayan iddialı bir sözleşmedir. 195 ülkenin oy birliğiyle kabul edilen anlaşma, BMİDÇS’ndeki ülke sınıflandırmalarına doğrudan atıfta bulunmadan, ancak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında finansal destek mekanizmasını öngörerek ortak bir çerçeve sunmaktadır. 2024 Küresel Enerji ve İklim Görünümü raporu, ülkelerin taahhütleri ile uygulamaları arasındaki açığın devam ettiğini ve mevcut politikalarla küresel sıcaklık artışının yüzyıl sonuna kadar 2.6°C’ye ulaşabileceğini ortaya koymuştur. Bu çerçevede, 2025 G20 Zirvesi ve COP30, küresel iklim politikalarının güçlendirilmesi için kritik fırsatlar olarak değerlendirilmektedir.

G20’nin Küresel İklim Politikalarındaki Rolü

G20 ülkeleri, dünya ekonomisinin %85’ini ve küresel sera gazı emisyonlarının dörtte üçünü aşan bir bölümünü oluşturduğundan, iklim değişikliğiyle mücadelede merkezi aktörlerdir[3]. Bu doğrultuda, küresel iklim politikalarına yön verme, finansman sağlama ve emisyon azaltımında öncülük etme sorumluluğu taşımaktadır. Paris Anlaşması’nın 2015’te kabulünden bu yana G20 liderleri, çeşitli zirvelerde iklim hedeflerine desteklerini ifade etmişlerdir.

2022 Bali G20 Zirvesi’nde liderler, Paris Anlaşması’nın hedeflerini teyit ederek küresel sıcaklık artışını 1.5°C ile sınırlama çabasına bağlı kalacaklarını duyurmuş ve kömür kullanımının azaltılması gereğini vurgulamışlardır[4]. Ancak son raporlar, G20 ülkelerinin Paris Anlaşması’na uyum sağlamakta yetersiz kaldığını göstermektedir. Oxfam tarafından 2023’te yapılan bir değerlendirme, G20 ülkelerinin mevcut planları altında 2030’a kadar toplam emisyonlarının %10.6 artacağını, oysa 1.5°C eşiğinin altında kalmak için bu dönemde emisyonların %45 oranında azaltılması gerektiğini ortaya koymuştur. Bir başka deyişle, G20’nin mevcut taahhütleri dünyayı güvenli sınırlar içinde tutmaya yeterli değildir. Nitekim Birleşmiş Milletler Küresel Durum Değerlendirmesi de mevcut küresel iklim eylemlerinin Paris Anlaşması hedefleriyle uyumsuz olduğunu ve 1.5°C hedefinin giderek zorlaştığını belirtmektedir. Ayrıca, iklim değişikliğine uyum çalışmaları gerekli seviyeye ulaşamamış, dünya aşırı hava olaylarından kaynaklanan artan kayıplarla karşı karşıyadır. Mevcut destekler, iklim eylemine yönelik artan ihtiyaçlarla örtüşmemekte ve bu fark giderek derinleşmektedir.

G20 içindeki politik farklılıklar, daha güçlü iklim taahhütlerinin önünde engel oluşturmaktadır. 2023’te Hindistan’ın ev sahipliğinde düzenlenen G20 zirvesinde, küresel emisyonların 2025’e kadar zirve yapması, fosil yakıt kullanımının kademeli olarak sonlandırılması ve 2030’a kadar yenilenebilir enerji kapasitesinin üç katına çıkarılması gibi kritik konular tartışılmış ancak fosil yakıtların aşamalı olarak bırakılmasına dair açık bir taahhüt bildirgelere yansıtılmamıştır. Zirvede, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğinin artırılması, kalkınma bankalarının reformu ve borç yapılandırması gibi konularda mutabakata varılmış ancak COP28 açısından kritik olan fosil yakıtların azaltımına dair bir karar alınamamıştır[5]. Ayrıca, COP29’daki müzakerelerde Suudi Arabistan’ın çekimser tutumu nedeniyle fosil yakıtların aşamalı olarak bırakılması konusunda ilerleme sağlanamamıştır.

Öte yandan, G20’nin küresel iklim finansmanındaki rolü de kritiktir. Tarihsel olarak gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelere 2020’ye kadar yılda 100 milyar dolar iklim finansmanı sağlama taahhüdünde bulunmuş, ancak OECD verilerine göre 2020’de sağlanan miktar 83 milyar dolarda kalmıştır[6].

G20 liderleri, küresel iklim finansmanı çerçevesinde, Azerbaycan’da düzenlenen COP29 Zirvesi’nde sürdürülebilir kalkınma ve temiz enerjiye geçiş konularını ele almıştır. Brezilya’daki zirvede yapılan ortak açıklamada, iklim finansmanının trilyon dolar seviyesine çıkarılması gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca, G20 liderleri, COP29 müzakerecilerini, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere sağlayacağı finansman konusunda yeni bir hedef belirleme hususunda uzlaşıya çağırmıştır.

COP30: Paris Anlaşması’nın 10. Yılında Kritik Bir Zirve

COP30, Kasım 2025’te Brezilya’nın Belém kentinde düzenlenecek olup, Paris Anlaşması’nın kabulünün 10. yıl dönümüne denk gelmesi nedeniyle büyük önem atfedilen bir zirvedir. Paris Anlaşması’nın 2015’te COP21’de kabul edilmesinden bu yana geçen on yılda, küresel iklim eylemi kazanımlar ve eksikliklerle dolu karmaşık bir seyir izlemiştir. COP30, bu on yıllık dönemin bir muhasebesini yapma ve önümüzdeki kritik yıllar için rotayı belirleme fırsatı sunacaktır.

Paris Anlaşması’nın kalbinde yatan 5 yıllık iyileştirme döngüsü, ülkelerin Ulusal Katkı Beyanlarını (NDC) düzenli olarak gözden geçirip güçlendirmesini öngörmektedir. 2015’te kabul edilen anlaşma kapsamında birçok ülke, 2020 ve 2021’de hedeflerini revize ederek BMİDÇS Sekretaryasına sunmuştur. Bir sonraki kapsamlı güncelleme süreci 2025’te tamamlanacak olup, ülkeler bu süreçte 2035 hedeflerini de beyan edeceklerdir. Bu doğrultuda, 2025’te Brezilya’da düzenlenecek COP30, 2030 ve 2035 için güncellenmiş emisyon azaltım taahhütlerinin açıklanacağı kritik bir platform olacaktır. 2023 Küresel Durum Değerlendirmesi, mevcut taahhütlerin yetersiz kaldığını göstermiş ve 2025’te sunulacak yeni beyanlarda daha güçlü azaltım hedefleri belirlenmesi gerektiğini vurgulamıştır.

COP30’un başarısı, büyük ekonomilerin ve tüm tarafların bu çağrıya nasıl yanıt vereceğine bağlıdır. Raporlar, COP30’u 1.5°C hedefini erişilebilir tutmak için kritik bir fırsat olduğunu belirtmektedir, zira 2030’a kadar gerekli dönüşüm adımları atılmazsa küresel karbon bütçesi büyük ölçüde tükenmiş olacaktır[7]. COP30 aynı zamanda iklim finansmanı ve dayanıklılık açısından da belirleyici bir zirve olacaktır. COP29’da başlatılan “Bakü’den Belem’e 1.3 Trilyon Dolarlık Yol Haritası” girişiminin COP30’da somut çıktılara dönüşmesi beklenmektedir​. Bu bağlamda, yeni iklim finansmanı hedefinin uygulama planı, gelişmiş ülkelerin koyacağı ara hedefler ve katkılar, uluslararası finans kuruluşlarının rolü gibi konular COP30’da netleşebilir.

Belém’deki zirvenin bir diğer önemi, ev sahibi ülkenin Brezilya olması ve zirvenin Amazon bölgesinde gerçekleştirilmesidir. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, göreve başlamasıyla Amazon Ormanlarını korumayı ve ülkesinin iklim liderliğini yeniden tesis etmeyi dış politikasının merkezine almıştır. COP30’un Amazon havzasında düzenlenmesi, tropikal ormanların ve doğal karbon yutaklarının korunması, ormansızlaşmanın önlenmesi ve doğa temelli çözümler konularını gündemin üst sıralarına taşıyacaktır. Ayrıca, uzun bir aradan sonra (COP20 Lima 2014’ten bu yana) ilk defa bir Güney Amerika ülkesi COP zirvesine tam ev sahipliği yapmış olacak ve Küresel Güney’in sesinin iklim müzakerelerinde daha görünür olması sağlanacaktır. Brezilya, 2030’a kadar yasadışı ormansızlaşmayı sona erdirme ve Amazon’daki ormansızlaşmayı ortadan kaldırma taahhüdünde bulunarak iddialı çevre politikaları dile getirmekte, COP30’u da kalkınma ve iklim gündemlerinin uyumlaştırılması için bir fırsat olarak sunmaktadır. Paris Anlaşması’nın 10. yılında, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki güvenin yeniden tesis edilmesi de önemli bir gündem olacaktır; zira geçmiş on yılda finansman vaatlerinin tam karşılanmaması ve bazı büyük ekonomilerin (örneğin ABD’nin anlaşmadan çekilip geri dönmesi) tutarsızlıkları, güven sorunları yaratmıştı. COP30’da anlaşmanın ruhuna uygun şekilde tüm ülkelerin ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklarına bağlı kalacakları, ancak aynı zamanda herkesin elini taşın altına koyacağı yeni bir uzlaşı atmosferi yaratılması kritik görülmektedir.

Türkiye’nin G20 ve COP Süreçlerindeki Rolü

Türkiye, G20 üyesi ve BM İklim Anlaşması tarafı olarak uluslararası iklim politikalarında kendine özgü bir konuma sahiptir. Son yıllarda Paris Anlaşması’na katılımıyla birlikte, ulusal ve uluslararası düzeyde daha aktif bir iklim politikası benimsemeye başlamıştır.

Paris Anlaşması ve Ulusal Taahhütler: Türkiye, Ekim 2021’de Paris Anlaşması’nı onaylayarak anlaşmayı imzalayan son G20 ülkesi olmuştur. Türkiye, Paris Anlaşması’nı onaylarken, anlaşmayı “gelişmekte olan bir ülke” olarak uygulayacağını beyan etmiştir. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde Ek-I listesinde yer alan Türkiye, bu statünün finansman ve teknoloji desteğine erişimini kısıtladığını savunarak anlaşmayı uzun süre onaylamamıştır. Zira iklim finansmanına erişim, ülkelerin “gelişmiş” veya “gelişmekte olan” olarak sınıflandırılmasına dayanmaktadır.

Türkiye, Paris Anlaşması kapsamında ilk ulusal katkı beyanını 2015 yılında sunmuştur. Ancak, o dönemde anlaşmaya taraf olmadığı için söz konusu beyan “Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı” olarak adlandırılmıştır. Türkiye, 2030 yılı için mevcut politikaların devamı senaryosuna göre %21’e kadar emisyon azaltımı taahhüdünde bulunmuş, ancak bu hedef mutlak emisyon artışına izin veren bir çerçevede belirlenmiştir. Türkiye, 2021 yılında Paris Anlaşması’nı onaylamasının ardından iklim hedeflerini güncellemek amacıyla iç süreçleri başlatmıştır. Bu doğrultuda, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından ülkenin 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi ilan edilmiştir. Kasım 2022’de Mısır’da gerçekleştirilen COP27 Zirvesi’nde Türkiye, güncellenmiş ilk ulusal katkı beyanını açıklamış ve 2038 yılını emisyonların tepe noktası (pik yılı) olarak belirlemiştir. Yenilenen hedef doğrultusunda, 2030 yılı itibarıyla sera gazı emisyonlarının mevcut artış trendine kıyasla %41 oranında azaltılması öngörülmektedir. Ancak, sivil toplum kuruluşları tarafından yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin en güncel emisyon verisinin 2020 yılı itibarıyla 523,9 MtCO₂e olduğu belirtilmiştir. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından 2030 yılı için açıklanan 500 MtCO₂e hedefinin, emisyonların önce 1.175 MtCO₂e’ye yükseltilmesi ve ardından alınacak önlemlerle 700 MtCO₂e seviyesine düşürülmesi anlamına geldiği belirtilmiştir. Dolayısıyla, söz konusu hedefin mutlak bir emisyon azaltımını değil, 2030’a kadar %30’un üzerinde bir artışı içerdiğine dikkat çekilmiştir. İklim eylemi savunucuları, Türkiye’nin 2053 yılı için belirlediği net sıfır emisyon hedefiyle uyumlu bir yol haritası oluşturabilmesi için emisyonlarının en geç 2030 itibarıyla azalmaya başlaması ve 2020 seviyelerine kıyasla %35 oranında mutlak bir azaltım gerçekleştirmesi gerektiğini vurgulamış, bu doğrultuda daha iddialı ve kısa vadeli bir hedef belirlenmesi çağrısında bulunmuştur. Bununla birlikte, Türkiye 2053 için ilan ettiği net sıfır emisyon hedefiyle uzun vadeli niyetini ortaya koymuştur​. 2053 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 130. yılına denk gelmekte olup, sembolik bir anlam taşımaktadır. Hedefin gerçekleştirilmesi için 2023 yılında “İklim Şurası” toplanmış ve Türkiye’nin ilk İklim Kanunu ile sektörel yol haritaları üzerinde çalışmalar yapılmıştır. BM’ye sunulan uzun vadeli düşük emisyon stratejisinde Türkiye’nin emisyonlarını 2038’de zirveye ulaştırıp sonrasında düşürerek 2053’te net sıfıra indirme planı yer almaktadır​. Bu plana göre 2030’ların ortasına dek artış sürecek olsa da sonraki 15 yılda azaltım öngörülmektedir[8].

Türkiye, G20’deki iklim müzakerelerinde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerle dengeli bir perspektif sunarak, BMİDÇS’nin ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesine işaret etmektedir. BMİDÇS müzakerelerinde kendine özgü bir konuma sahip olan Türkiye, Ek-I listesinde yer alan ancak geçiş ekonomisi statüsünde olmayan ve “özel şartları” Taraflar Konferansı kararlarıyla kabul edilmiş tek ülkedir. Türkiye, kişi başı emisyonlarının ve tarihsel sorumluluğunun gelişmiş ülkelere kıyasla daha düşük olduğunu belirterek, fosil yakıtların hızlı terk edilmesi gibi konularda esneklik talep etmektedir. Bununla birlikte, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve finansman alanlarında yapıcı öneriler sunmaktadır. 2025 yılı itibarıyla elektrik üretiminde yenilenebilir kaynakların payını %47,8’e çıkarmayı amaçlayan Türkiye; güneş (GES), rüzgâr (RES), jeotermal (JES) ve hidroelektrik (HES) santrallerinin enerji üretimindeki payını artırmayı planlamaktadır. Ayrıca, doğal gaz depolarının geri üretim kapasitesini artırarak elektrik üretimindeki gaz bağımlılığını ve iletim kayıplarını azaltmayı amaçlamaktadır. İklim finansmanı konusunda ise kalkınma hakkı ve adil geçiş vurgusuyla, yenilenebilir enerji yatırımlarını desteklemek adına uluslararası finansman mekanizmalarına erişim talebini sürdürmektedir.

Son yıllarda Türkiye, iklim diplomasisinde daha görünür hale gelerek, 2026 yılında düzenlenecek COP31’e ev sahipliği yapma isteğini dile getirmiştir. Türkiye’nin sürdürülebilirlik alanındaki girişimleri arasında, küresel bir çevre hareketine dönüşen “Sıfır Atık” projesi de bulunmaktadır. Türkiye’nin, önümüzdeki yıllarda 1.5°C hedefiyle uyumlu politikalar benimsemesi ve uluslararası müzakerelerde köprü kurucu bir aktör olarak hareket etmesi beklenmektedir.

Sonuç

2025 itibarıyla küresel iklim yönetişimi kritik bir karar aşamasına ulaşmıştır. G20 zirveleri ve BM İklim Konferansları, küresel ısınmayı kontrol altında tutmak için belirleyici platformlar olarak öne çıkmaktadır. COP29’da iklim finansmanı ve uluslararası karbon piyasaları konusunda ilerleme kaydedilmiş olsa da fosil yakıtların aşamalı olarak terk edilmesi ve 1.5°C hedefi gibi temel konularda küresel uzlaşı sağlanamamıştır. Paris Anlaşması’nın 10. yılına denk gelen COP30, ülkelerin daha iddialı emisyon azaltım taahhütleri sunup sunmayacağını belirleyecek dönüm noktası olacaktır.

Türkiye, iklim finansmanı, yenilenebilir enerji yatırımları ve uluslararası müzakerelerdeki etkinliği ile iklim politikalarında önemli adımlar atmaktadır. COP31’e ev sahipliği yapmaya aday olması, küresel iklim diplomasisinde daha güçlü bir rol üstlenme fırsatı sunmaktadır. Küresel ısınma, ulusal sınırları aşan bir tehdit olup, etkin kolektif eylem gerektirmektedir. 1.5°C hedefi teknik olarak ulaşılabilir olsa da, siyasi irade ve küresel dayanışma bu sürecin başarısını belirleyecektir. Zamanın giderek daraldığı bu dönemde, iklim krizine karşı gecikmeksizin harekete geçmek küresel bir sorumluluktur.

Kaynakça

[1] Baran Bozoğlu, 21.Yüzyılda İklim Krizi Paris Anlaşması ve İklim Değişikliğine Uyum, 2019, Dorlion Yayınevi.

[2] European Commission, Global Energy and Climate Outlook 2024

[3] Climate Transparency Report, G20 response to the energy crisis: critical for 1.5°C, 2022.

[4] G20 BALI LEADERS’ DECLARATION, G20 Indonesia, Bali, 2022.

[5] New Delhi, India, G20 New Delhi Leaders’ Declaration, 2023.

[6] OECD, Climate Finance and the USD 100 Billion Goal. Climate Finance Provided and Mobilised by Developed Countries in 2013-2022.

[7] Climate Action, UNITED NATIONS SYSTEM COMMON MESSAGES FOR COP29 AND COP30, 2024.

[8]SHURA: Net Sıfır 2053, Net Sıfır 2053: Enerji Sektörü için Politikalar, 2023.

 

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve UDİAD’ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği

Hakkımızda

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği, diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında derinlemesine bilgi edinmek, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında araştırmalar yapmak, bilgiyi işlevsel hale getirerek akademik yayınlar yapmak, seminer, konferans ve eğitim faaliyetleri düzenlemek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur.

This Pop-up Is Included in the Theme
Best Choice for Creatives
Purchase Now