8 Ağustos 2025 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin ev sahipliğinde Beyaz Saray’da Azerbaycan ve Ermenistan liderleri tarafından paraflanan barış anlaşması, Güney Kafkasya’da yeni bir dönemin başlangıcına zemin hazırlamıştır. ABD Başkanı Donald Trump, bu anlaşmanın mimarı olarak kendisini ön plana çıkarmış olsa da, uluslararası basın süreci büyük ölçüde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in diplomatik zaferi şeklinde yorumlamıştır. Anlaşmanın en kritik unsurlarından biri, uzun süredir açılması planlanan ancak İran’ın diplomatik ve siyasi baskıları ile Ermenistan’ın sorumluluk üstlenmeyen tutumu nedeniyle sürekli ertelenen Zengezur Koridoru’nun faaliyete geçirilmesine ilişkin maddedir. Bundan böyle “Trump Koridoru” olarak adlandırılacak bu stratejik hat, bölgesel ulaşım ağında önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Anlaşmaya göre, koridorun Ermenistan sınırları içinde kalan bölümü, 2125 yılına kadar Amerika Birleşik Devletleri’nin işletme ve idari kontrolünde bulunacaktır. Ayrıca, Azerbaycan ve Ermenistan’ın ortak başvurusu neticesinde ABD, Rusya ve Fransa’nın başkanlık yaptığı Minsk Grubu sona erdirilmiştir.
Koridorun önemi nedir?
Zengezur Koridoru, yeni adıyla Trump Koridoru, Bakü ile Ankara arasında doğrudan kara yolu bağlantısı tesis ederek Türkiye ile Azerbaycan’ı fiziksel olarak birbirine bağlayacaktır. Bu hat, yalnızca iki ülke arasındaki ulaştırma altyapısını güçlendirmekle kalmayacak; aynı zamanda Türkiye ile Türkistan bölgesi arasında tek hat üzerinden kesintisiz bir lojistik ağ oluşturacaktır. Söz konusu entegrasyon, bölge ülkelerinin ticaret kapasitesini kayda değer biçimde artırma potansiyeline sahiptir. Ayrıca, bu güzergâhın işlerlik kazanmasıyla birlikte Türkiye, İran’ın geçmişte uyguladığı transit kısıtlamalar ve lojistik engellerden bağımsız hareket etme imkânına kavuşacaktır. Koridor, Türkiye’ye yalnızca Türkistan coğrafyasıyla değil, aynı zamanda Çin Halk Cumhuriyeti ile de doğrudan bağlantı olanağı sağlayacak; bu durum, ülkenin ticaret hacminin küresel ölçekte en yüksek seviyelere ulaşmasına zemin hazırlayacaktır. Dünyanın en büyük ihracat ekonomisi olan Çin ile kesintisiz karayolu bağlantısının kurulması, Türkiye açısından önemli bir gelir ve stratejik avantaj anlamına gelmektedir.
Koridorun açılması, yalnızca Türk Dünyası açısından stratejik ve ekonomik bir değer taşımakla kalmayıp, aynı zamanda Ermenistan açısından da önemli fırsatlar sunmaktadır. Birinci Karabağ Savaşı’ndan bu yana ciddi bir ekonomik abluka altında bulunan Ermenistan, söz konusu koridorun faaliyete geçmesiyle birlikte bölgesel ve küresel pazarlara doğrudan erişim imkânına kavuşabilecektir. Bu durum, ülkenin dış ticaret kapasitesinin artmasına, enerji ve lojistik hatlara entegre olmasına, böylece ekonomik büyüme potansiyelinin güçlenmesine katkı sağlayacaktır. Ayrıca, dışa açılmanın getireceği yeni yatırım fırsatları ve uluslararası işbirliği imkânları, Ermenistan’ın sosyoekonomik yapısında olumlu dönüşümlere zemin hazırlayabilir. Uzun vadede bu gelişmeler, ülke içinde istihdamın artmasına, gelir seviyelerinin yükselmesine ve sosyal refahın güçlenmesine olanak tanıyabilir.
Azerbaycan ve ABD İlişkilerinde Yeni Dönem
8 Ağustos 2025 tarihinde Washington’da gerçekleştirilen tarihi buluşması sadece Barış Anlaşmasının paraflanması ile sınırlı kalmamış, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump arasında önemli bir mutabakat sağlanmıştır. Taraflar, Azerbaycan ile ABD arasında stratejik ortaklığa dair bir çalışma grubu kurulmasına yönelik memorandum imzalamış ve Güney Kafkasya’daki uzun süredir devam eden sorunların çözümünde ortak çaba verme taahhüdünde bulunmuşlardır. Trump liderliğinde, ABD Kongresi tarafından 1992 yılında “Özgürlük Savunma Yasası”na eklenen ve ABD hükümetinin Azerbaycan’a doğrudan yardım etmesini yasaklayan yasa tasarısı olan 907-ci Maddeyi kaldırmış, iki ülkenin ilişkileri stratejik ortaklık seviyesine çıkarılmıştır. Cumhurbaşkanı Aliyev, yaklaşık 33 yıl süren yaptırımlar döneminin sona ermesini bu anlaşmaya bağlamış ve bu başarının Başkan Trump’ın öncülüğünde gerçekleştiğini vurgulamıştır. Başkan Trump ise Aliyev’i “büyük bir halkın lideri” olarak tanımlamış ve iki lider arasındaki dostane ilişkilerin bölgesel barışa önemli katkı sağladığını ifade etmiştir. Özellikle, mutakabakatın imzalanmasının ardından Trump İlham Aliyev’e Beyaz Saray’ın sembolik anahtarını takdim etmesi ikili ilişkilerin önemini açıkca ortaya koymuştur, zira Trump bu anahtarı sadece nadir kişilere takdim eder.
Görüşmeler sırasında, Güney Kafkasya’daki çatışmanın yanı sıra Pakistan-Hindistan arasındaki nükleer kapasiteli gerilim gibi diğer uluslararası krizler de dile getirilmiş; taraflar, uzun süredir çözülemeyen bu sorunların diyalog ve diplomasi yoluyla aşılması gerektiği konusunda hemfikir olmuştur. Aliyev, çatışmanın aktif savaş döneminin 1991-1994 yılları arasında yaşandığını, ancak sonraki yıllarda devam eden müzakerelerin çözüm getirmediğini belirtmiştir. Trump ise bu uzun müzakere sürecine rağmen barışın sağlanamamasının ciddi bir mesele olduğunu vurgulamıştır. Tören sonunda, Trump’ın Aliyev’e hediye olarak sunduğu hatıra madeni, iki lider arasındaki samimi ilişkiyi ve bölgesel barışa olan ortak inancı simgelemiştir. Aliyev’in bu süreçte gösterdiği liderlik ve diplomasi başarısı, hem Azerbaycan kamuoyunda hem de uluslararası alanda takdir toplamış, ABD-Azerbaycan ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcını temsil etmiştir.
Yeni Ortaklığın Gölgesinde Rusya ve İran
Üçlü görüşme ve anlaşma, bölgesel aktörler arasında farklı tepkilerle karşılanmıştır. Azerbaycan ve Ermenistan’ın komşu ülkeleri ile uluslararası toplumun önemli bir bölümü, söz konusu anlaşmayı olumlu karşılamış ve Güney Kafkasya’da istikrar için bir fırsat olarak yorumlamıştır. Açıktır ki, yıllardır ABD ile aralarındaki soğuk rüzgarların estiği Rusya ve İran bu durumdan hoşnut kalmamışlardır. İran, koridorun oluşturulmasına kesin olarak karşı çıkmıştır. Tahran yönetimi, yabancı güçlerin kendi sınırlarına bu denli yakın bir bölgede uzun süreli varlık göstermesinin ulusal güvenlik açısından ciddi riskler doğuracağını savunmaktadır.
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in dış politika danışmanı Ali Ekber Velayeti, “Trump Koridoru”nun İran’ı kuzeyden izole edeceğini, bu nedenle planın uygulanmasına izin verilmeyeceğini ifade etmiştir. Velayeti, söz konusu ulaşım hattının “Güney Kafkasya’nın güvenliğini tehlikeye atacağını” belirtmiş, koridorun Batı’nın bölgeye askeri ve siyasi nüfuzunu artıracağı yönünde uyarılarda bulunmuştur. Daha sert bir ifadeyle, güzergâhın “Donald Trump’ın paralı askerleri için bir mezarlığa dönüşebileceğini” iddia etmiş ve İran topraklarının Azerbaycan ile Nahçıvan arasındaki transit geçiş için yeterli ve güvenilir bir seçenek olduğunu vurgulamıştır.
Velayeti ayrıca, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın geçmişte yaptığı bazı açıklamalara atıfta bulunarak, bu koridorun Erivan açısından da stratejik sakıncalar doğurabileceğini, zira ülkenin İran ile olan kara sınırını fiilen ortadan kaldırabileceğini dile getirmiştir. İran Dışişleri Bakanlığı ise anlaşma metnini diplomatik düzeyde memnuniyetle karşıladığını bildirmekle birlikte, “her türlü yabancı müdahalenin” özellikle ortak sınırlara yakın bölgelerde olumsuz sonuçlar yaratabileceği uyarısında bulunmuştur. Bakanlık yetkilileri, bölgedeki ulaşım ve lojistik projelerinin yalnızca karşılıklı fayda, egemenlik haklarına saygı ve bölgesel sahiplenme ilkeleri çerçevesinde ilerletilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Bu bağlamda İran’ın tepkisi, yalnızca güvenlik perspektifi ile sınırlı olmayıp, aynı zamanda ekonomik ve jeopolitik boyutlar da içermektedir. Koridorun faaliyete geçmesi halinde, İran’ın mevcut bölgesel ulaşım rotalarındaki stratejik önemi azalacak, bu da Tahran’ın Güney Kafkasya üzerindeki etkinliğini zayıflatacaktır. Ayrıca, İran’ın dile getirdiği NATO varlığı endişesi, ülkenin Batı ile ilişkilerinde uzun süredir var olan güvensizlik paradigmasının Güney Kafkasya’ya da yansıtıldığını göstermektedir.
Rusya’dan Vaşington buluşmasına cevap elbette gecikmedi. Tesadüf olup-olmadığı tartışılmaktadır, ancak anlaşmanın yapıldığı gece Rusya’nın Ukrayna’nın Odessa bölgesinde SOCAR’a (Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi) ait akaryakıt deposuna beş “Şahed” kamikaze İHAsı ile gerçekleştirdiği saldırı, hem bölgesel hem de küresel düzeyde dikkat çekmiştir. Ukrayna güvenlik birimleri, saldırının yüksek hassasiyetle gerçekleştirildiğini ve hedefin özellikle SOCAR altyapısı olmasının tesadüfi olmadığını açıklamıştır. Bu, yalnızca birkaç hafta içinde SOCAR’ın Ukrayna’daki ikinci stratejik tesisinin vurulmasıdır. Daha önce Orlovka yakınlarında, Azerbaycan gazının Ukrayna’ya iletimini sağlayan gaz dağıtım istasyonu da Rusya füzelerinin hedefi olmuştur.
Saldırılarda kullanılan “Şahed” İHAlarının İran üretimi olması, olayın yalnızca Rusya-Azerbaycan gerilimiyle sınırlı olmadığını ortaya koymaktadır. Bu unsur, İran-Rusya askeri iş birliğinin somut bir tezahürü olarak değerlendirilebilir ve Bakü açısından “ikili tehdit” algısını güçlendirmektedir. Tahran’ın “Trump Koridoru”na yönelik sert karşıtlığı ile Moskova’nın enerji lojistiğini hedef alan operasyonları birlikte düşünüldüğünde, iki ülkenin Azerbaycan’ın bağımsız enerji politikalarını ve Batı ile artan entegrasyonunu sınırlandırma yönünde örtük bir ortak çıkar paydasında buluştukları söylenebilir. Neticede, SOCAR’a ait tesislerin hedef alınması yalnızca bir enerji altyapısı meselesi değil, aynı zamanda Azerbaycan’ın diplomatik manevra kabiliyetine, bağımsız dış politika çizgisine ve Güney Kafkasya’daki artan nüfuzuna karşı yapılmış stratejik bir hamle olarak okunmalıdır.
Rusya’nın cevabı bu olayla da sınırlı kalmamıştır. Tam da anlaşmanın ardından, Romanya Rusya ile ilgili çarpıcı bir açıklama yapmıştır. Romanya, Azerbaycan’dan OMV Petrom rafinerisine ulaşan yaklaşık 200 bin tonluk ham petrol partisinin organik kloridler ile kasıtlı olarak kirletildiğini ve bunun Rusya tarafından gerçekleştirilen bir sabotaj olabileceğini öne sürmüştür. Klor oranının yüksekliği, işleme girilmesi hâlinde tesisin ciddi şekilde zarar görmesine yol açabilecek nitelikteydi. Bu durum, Romanya Enerji Bakanlığı’nı enerji alanında olağanüstü hâl ilan etmeye sevk etmiştir.
Söz konusu sabotaj iddiası, Rusya’nın Güney Kafkasya ve Karadeniz hattında yürüttüğü hibrit savaş taktiklerinin bir parçası olarak değerlendirilmekte; olay, Azerbaycan’ın Avrupa enerji güvenliğinde artan rolüne yönelik doğrudan bir tehdit olarak görülmektedir. Daha önce de Rusya, Ukrayna–Romanya sınırında Azerbaycan ve ABD gazının geçtiği gaz iletim tesisini insansız hava araçlarıyla hedef almıştı.
Bu saldırılar, Azerbaycan’ın Ukrayna’ya ve Avrupa’ya alternatif enerji tedariki sağlama kapasitesini zayıflatma girişimi olarak yorumlanabilir. Jeopolitik açıdan bakıldığında, bu tür eylemler yalnızca enerji altyapısına yönelik değil, aynı zamanda Azerbaycan’ın bağımsız dış politika çizgisine ve Batı ile iş birliğine karşı caydırıcı mesajlar niteliği taşımaktadır.
Washington’da gerçekleştirilen Azerbaycan–Ermenistan–ABD zirvesinin ardından, Rusya iç kamuoyunda ve medya söyleminde dikkat çeken bir tepkisellik gözlemlenmiştir. Özellikle Rusya’nın önde gelen televizyon yorumcularından Vladimir Solovyov’un Azerbaycan’a yönelik “özel askeri operasyon” (СВО) tehdidi, Moskova’nın Güney Kafkasya’daki gelişmeler karşısındaki rahatsızlığını açık bir şekilde yansıtmaktadır. Söz konusu açıklama, Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü askeri operasyonlarla benzerlik kurularak yapılmış ve Azerbaycan’ın “Rusya’nın çıkarlarına saygı göstermediği” yönündeki algıyı pekiştirme amacı taşımaktadır.
Solovyov’un açıklamalarında, Azerbaycan’ın dış politika tercihlerinin ve uluslararası iş birliklerinin tamamen kendi egemen kararı olduğu gerçeği göz ardı ediliyor. Bu tür söylemler, yalnızca ikili ilişkilerde gerilimi tırmandırma potansiyeline sahip olmakla kalmayıp, aynı zamanda Rusya’nın bölgedeki uzun vadeli çıkarlarına da zarar verebilmektedir. Nitekim, propaganda niteliğindeki bu tehditler, uluslararası kamuoyunda Rusya’nın bölgesel ilişkilerde sert güç unsuruna aşırı bağımlı olduğu izlenimini güçlendirmektedir.
Rusya’daki bazı medya organlarının, Zengezur Koridoru’nun ABD yönetiminde açılmasına ilişkin tepkileri de benzer bir çerçevede şekillenmektedir. ABD’nin bu sürece dâhil olması, Moskova açısından bölgeye yönelik nüfuz alanının daralması anlamına gelirken, Azerbaycan ve Ermenistan açısından bu durum bölgesel ulaşım ağlarının güvence altına alınması ve dış müdahalelerden arındırılması şeklinde yorumlanmaktadır. Buna karşın, Rus medya söylemlerinde sıkça dile getirilen “NATO tehlikesi” vurgusu, gerçekçi bir askeri senaryodan ziyade, iç kamuoyuna yönelik psikolojik bir argüman olarak değerlendirilmektedir. Propaganda söylemleri, Güney Kafkasya’da şekillenmekte olan yeni jeopolitik düzene dair Moskova’nın içinde bulunduğu stratejik sıkışmayı da gözler önüne sermektedir. Zira Azerbaycan’ın ve muhtemelen Ermenistan’ın, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) gibi Rusya merkezli güvenlik platformlarından uzaklaşması, bölgenin gelecekte daha bağımsız ve tarafsız bir güvenlik mimarisine yönelmesi anlamına gelebilir. Bu durum, Rusya’nın geleneksel “güvenlik garantörü” rolünün sorgulanmasına yol açarken, bölgesel aktörlerin ulusal çıkar önceliklerini öne çıkarmalarına da zemin hazırlamaktadır.
Karabağ münakaşası döneminde Rusya’nın ciddi desteğini alan Ermenistan ise son dönemlerde Rusya ile ciddi anlaşmazlıkları bulunuyordu. Paşinyan yönetiminin Rusya karşıtı olması, esasında, 2. Karabağ Savaşı sırasında da görülmüştür. Öncesinde de ABD ile ciddi bir iş birliği içerisinde bulunan Ermenistan’ın ABD desteği alması Rusya’nın büyük ihtimal ile beklediği bir hamleydi, ancak Azerbaycan’ın aynı güç ve desteği arkasına alması Rusya için tansiyonu yükseltecektir.
Sonuç ve Değerlendirme
Azerbaycan ve Ermenistan’ın ABD ile iş birliği girişimleri, Güney Kafkasya’da güç dengelerini yeniden şekillendirme potansiyeline sahiptir. Azerbaycan açısından ABD ile ilişkilerin derinleşmesi; enerji, güvenlik ve uluslararası meşruiyet alanlarında önemli fırsatlar sunmakta, aynı zamanda Karabağ sonrası bölgesel nüfuzunu pekiştirebilecek bir zemin oluşturmaktadır. Ancak bu süreç, Rusya’nın geleneksel nüfuz alanındaki kaybı ve İran’ın sınır güvenliği ile jeopolitik kaygılarını artıracağından, iki aktörün Azerbaycan’a karşı daha sert, dolaylı veya doğrudan karşı hamleler geliştirme olasılığı yüksektir.
Ermenistan açısından ABD ile yakınlaşma, güvenlik garantileri arayışında Rusya’ya bağımlılığını azaltma ve Batı ile entegrasyonu hızlandırma fırsatı sunmaktadır. Ancak bu tercih, Rusya’nın ekonomik ve askeri desteğinin zayıflaması ve İran’ın sınır güvenliği konusundaki hassasiyetlerini artırması riskini beraberinde getirecektir. Dolayısıyla Ermenistan, Batı ile işbirliği derinleşirken enerji ve ticaret kanallarında yeni bağımlılık alanları oluşturma tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Anlaşma sonrası, Azerbaycan ve Ermenistan karşılıklı olarak elçilikler açacaklarını ve elçiler atayacaklarını da bildirdi. Elbette, devletler arasında elde edilen anlaşma ülkelerin istikrarı için olumlu olsa da, Ermenistan hükumeti halkın tepkisi ile karşı karşıya kaldı. Halkların bu barışı kabullenmesi, belli ki, zaman alacaktır.
Çin ve Avrupa arasında kesintisiz lojistik bağlantının sağlanması Azerbaycan’ı bölgenin en kritik noktası ve anahtarı yapacak, ekonomik kalkınmayı teşvik etmesi beklenmektedir. Türkiye ile Türk Dünya arasında sağlanan bağlantı da bu anlaşmanın en önemli ve kritik çıktılarından biridir.
Sonuç olarak, ABD’nin bölgede artan etkisi kısa vadede Azerbaycan ve Ermenistan için stratejik çeşitlilik ve uluslararası meşruiyet kazancı sağlayabilirken, uzun vadede Rusya ve İran’ın tepkileriyle şekillenecek yeni bir rekabet ortamı doğuracak. Bu durum, Güney Kafkasya’da istikrarı garanti etmekten çok, dengeleri kırılganlaştırma potansiyeli taşıyabilir. Bölgedeki tüm aktörlerin çıkarlarını dengeleyecek çok boyutlu ve temkinli bir diplomasi, olası gerilimlerin yönetilmesinde belirleyici olacaktır. \
Orta Doğu’da zaten ABD ile gerilimi bulunan İran, ABD’nin sınırına gelmesi, Ukrayna ordusuna desteği bulunuyorken şimdi de Rusya’nın en önemli güç olduğu Güney Kafkasya’ya yerleşmesi elbette gerilimi tırmandıracaktır. Uluslararası kamuoyu gözlerini 15 Ağustos Alaska eyaletinde Putin ve Trump arasında gerçekleşecek olan görüşmeye dikti. Görüşmenin Alaska’da gerçekleşmesi eskiye dayanan bir tür mesaj olabilir mi? Peki, Rusya ve İran’ın sıradaki hamlesi ne olacak?