Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Almanya’daki Seçim Sonuçları Üzerine Bir Analiz

Yazar: Doç. Dr. Alper YILMAZ/Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Seçim Sonuçları Almanya’da Nasıl Bir Tablo Ortaya Çıkardı?

Almanya, son yıllarda her ne kadar siyasal ve ekonomik zeminde güç kaybetse de halen Avrupa Birliği’nin dinamosu konumunda. Dolayısıyla buradaki genel seçimler yalnızca Almanya’nın iç yapısını değil aynı zamanda tüm Avrupa kıtasını, hatta son dönemlerde seçimlere müdahil olmaya çalışan ABD’yi ve transatlantik ilişkilerin geleceğini de ilgilendiriyordu. 2021 seçimlerinden beri yönetimde söz sahibi olan SPD (Sosyal Demokrat Parti), Yeşiller ve FDP (Hür Liberaller) arasında kurulan Trafik Lambası koalisyonu, 2024 ün sonlarına doğru çatlak vermişti, bunun üzerine Hür Liberal Parti Maliye Bakanı Lindner’in istifasıyla beraber Almanya’da erken seçim kararı alınmıştı. Ve 23 Şubat itibariyle yapılan erken seçim ilk sonuçlara göre Muhafazakâr Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU) seçimi %28,5 gibi bir oranla kazandı. Bu oran seçim öncesi yapılan anketlerin biraz altında kalsa da, CDU/CSU 2021 seçimlerine göre oy oranını %4.5 oranında artırdı.[1]

Bu oy oranlarının artış sebebine değinecek olursak öncelikle “göç” konusu CDU tarafından ciddi bir seçim propagandası olarak kullanıldı. Avrupa’nın en önemli göç destinasyonlarından birisi olan Almanya’da yasadışı göçün önlenmesi için sınır kontrollerinin sıklaştırılması, ülkeden sınır dışı edilme kararı alınan suçluların gözaltında tutulması, çifte vatandaşlığın iptal edilmesi gibi konulara sıkça vurgu yapıldı. Yine ekonomik olarak vatandaşlara ve şirketlere uygulanan vergi yükünün azaltılması, son zamanlarda kan kaybeden Alman ekonomisinin dünya üzerindeki rekabet gücünü yeniden artırması, yabancı yatırımlara daha çok önem verilmesi gibi söylemler toplum nezdinde itibar gördü.

Seçimlerde en fazla ikinci oyu alan aşırı sağ, hatta Neo-nazi uzantılı bir parti olarak gösterilen AfD (Almanya için Alternatif Partisi) ise %21’e yakın oy aldı. 2021 seçimlerine göre oy oranını yüzde 10 artırarak Alman siyasi tarihinde en çok sıçrama yapan partiler arasında yerini aldı. Bu konuya belki ayrı bir parantez açarız ama AfD, Almanya sınırlarının göçe karşı tamamen kapatılmasını ve mevcut yabancı kökenlilerin de geldikleri ülkelere geri dönmesini ateşli bir şekilde savunan parti. Öyle ki AfD’li siyasetçilerin yasadışı göçmenler konusunda “gerekirse silahla ateş edilsin, zorla gönderilsinler” minvalindeki sert söylemleri, AfD’nin savunduğu değerler hakkında bizlere yeterince bilgi veriyor.

Milletvekili çıkaran diğer partiler ise sırasıyla bugünkü Başbakan Olaf Scholz’un partisi SPD %16,5, Yeşiller %11,6, Die Linke (Sol Parti) %8,8. Hür Liberaller ve sol tandanslı popülist parti BSW(Sara Wagenknecht) ise yüzde 5 barajının altında kaldılar.[2]  SPD’ye ayrı bir parantez açmak gerekirse; Sosyal Demokratlar tarihin en düşük oylarından birisini aldı. Bu durum genel olarak; Başbakan Olaf Scholz’un iç ve dış politikada göç yönetimi, ekonomi, sağlık sistemi, askeri harcamalar gibi konularda kendi tabanı tarafından bile maruz kaldığı eleştirilerden ve Trafik Lambası koalisyonunu yeterince iyi yönetememesinden kaynaklı. Ayrıca Scholz geniş çevrelerce lider vasıflı birisi olarak görülmüyor ve Almanya’nın çıkarlarını ilgilendiren bazı uluslararası gelişmelerde pasif kaldığı savunuluyor.

Die Linke’nin (Sol Parti) başarısını da görmezden gelemeyiz. Die Linke seçimlerde anketlerin çok üzerinde oy aldı ve büyük bir sürpriz yaptı. Özellikle Gazze’deki Müslümanlara yönelik kucaklayıcı söylemleri ve Almanya’daki Filistinlilerin İsrail karşıtı protestolarına verdikleri destekle Müslüman kökenli göçmenlerden oy almayı başardılar. Yüksek kiralar, düşük ücretler ve hayat pahalılığı gibi hususlara da Die Linke’nin radarında olan konulardı. En nihayetinde 2021 seçimlerine göre %4 oyunu artırdılar.

Nasıl Bir Koalisyon Bizi Bekleyecek?

CDU lideri ve ülkenin yeni Başbakanı olması beklenen Friedrich Merz, hiç vakit kaybetmeden Paskalya’ya kadar (Nisan ortası) koalisyon hükümeti kurmak istediğini söyledi.

Her ne kadar AfD en fazla sandalye kazanan ikinci parti konumunda olsa da (152 sandalye), ırkçı söylemleri nedeniyle tüm partiler AfD ile koalisyon kurmayacaklarını ifade ettiler. Almanya’da siyasette “Brandmauer” (güvenlik duvarı)” kavramı var. Bu terim, demokratik partiler ile aşırı sağcı ve radikal gruplar arasındaki keskin ve aşılamaz bir sınırı ifade eder. Yani aşırı ideolojilerin yayılmasına karşı bir koruma engeli oluşturmak amacıyla aşırı sağcı, ırkçı unsurlarla bir siyasi iş birliği yapılmasına karşı çıkılıyor. Dolayısıyla AfD şu an siyasal sistemde ana muhalefet konumunda kaldı. Yeşiller Partisi ile koalisyon yapılmamasını ise enerji, çevre ve dış politikadaki bazı görüş ayrılıklarından ötürü Birlik Partilerinden olan Bavyera kökenli CSU istemiyor. Üstelik Trafik Lambası koalisyonda görüldüğü üzere ikiden fazla siyasal partinin aynı zeminde buluşmasından dolayı yaşanan istikrarsızlık bundan sonra kurulacak siyasal sistem için tecrübe oldu. Dolayısıyla büyük bir sürpriz yaşanmadığı takdirde, Birlik Partileri ile Sosyal Demokrat Parti’nin oluşturacağı bir koalisyon hükümeti kurulması bekleniyor. Zaten halihazırda Birlik Partileri ile SPD, başkent Berlin’de kapalı kapılar ardında koalisyon ön görüşmelerine başladı. En nihayetinde yeni dönemde merkez sağ ve merkez sol iki partinin koalisyon oluşturacağı bir Almanya görmemiz yakındır.

 Neo-Nazi Parti AfD Nasıl Bu Kadar Başarılı Oldu?

AfD, büyük bir kesim tarafından Nazi Almanya’sı ile örtüşen değerleri savunan ve bilhassa Müslüman göçmenlere karşı nefret söylemleri geliştiren ırkçı bir parti olarak tanımlanıyor. İslamofobi ile özdeşleşen PEGİDA gibi faşist gruplarla da bağlantısı var. AfD’nin bu noktaya gelmesinde birkaç tetikleyici faktörler var aslında. Özellikle Merkel’in 2016’da izlemiş olduğu “Açık Kapı Politikası” ve bir milyona yakın Suriyeliye sınırlarını açması, o günden bugüne AfD’nin güçlenmesinde önemli bir dönüm noktası. Çünkü bu tarihten itibaren AfD, Almanya’nın yoğun şekilde yasadışı göçe maruz kaldığını, göçmenlerden ötürü suç oranlarının her geçen gün arttığını, işsizliğin artığını, Müslüman kökenli göçmenlerin Batı’nın kültürel değerleri ile uyuşmadığını savunuyor.

Bir diğer faktör, Avrupa genelinde uzun süredir güç kazanan bir aşırı sağ ve yükselen bir ırkçılık söz konusu. İtalya’da Meloni ve Macaristan’da Orban’ın iktidarı, Fransa’da Le Pen’in oy oranlarını artırması, Doğu Avrupa sınırlarının dikenli tellerle çevrilmesi gibi gelişmeler doğrultusunda Avrupa genelinde aşırı sağ liderlerin ve popülizmin bu kadar ivme kazanması, AfD’nin de göç politikalarına yön verdi ve her şeyden önemlisi seçmen nezdinde kabul gördü.

Son zamanlarda AfD’yi güçlü kılan en önemli dinamiklerden birisi ise Trump ve Elon Musk’ın AfD’yi destekleyen ifadeleri. Elon Musk “Almanya’yı yalnızca AfD kurtarır” diyerek seçimlerde adeta tarafını belli etmişti. Ayrıca ABD Başkan yardımcısı J.D. Vance Münih Konferansında Başbakan Scholz ile değil, Alice Weidel ile görüştü ve onun politikalarına destek verdiğini söyledi. Alice Weidel seçimler öncesi göçmenlerin kitlesel geri dönüşleri veya sınır dışı edilmeleriyle ilgili “remigrasyon (tersine göç)” kavramını kullandı. Hatta öyle ki seçim kampanyalarında AfD, burada yaşayan Müslüman göçmenlerin evlerine tek yön gidiş bileti göndererek adeta onlara gözdağı verdi.

Tüm bu durumları göz önünde bulundurduğumuzda, bu seçimlerde olmasa bile, merkez partiler sorunlara çözüm üretemedikçe, bir sonraki seçimlerde AfD’nin iktidara gelmesi çok büyük bir olasılık. Bu da Almanya’da ırkçılığın toplum nezdinde tavan yaptığı, yerli ve yabancı halklar arasında iç çatışmaların baş gösterdiği ve göçmenlerin can ve mal güvenliklerinin tehdit altında olduğu bir süreci tetikleyecektir. Üstelik Almanya’nın, dolayısıyla Avrupa’nın başta ekonomik olmak üzere birçok açıdan zayıflamasına sebep olacak, ayrıca demokrasi ve insan hakları gibi değerleri her fırsatta vurgulayan Avrupa’nın kendisi ile de çelişmesine yol açacaktır.

 Almanya’nın Tercihi AB’yi Nasıl Etkileyecek?

Bugüne kadar SPD ve lideri Olaf Scholz, Merkel dönemindeki gibi karizmatik bir liderlik imajı çizememişti. Hatta birçok çevre tarafından Almanya’nın ve AB’nin ağırlığını taşıyamadığı, transatlantik ilişkilerde ABD’nin güdümünde olduğu ve Almanya’yı Avrupa’nın dinamosu olmaktan çıkarıp hasta adamlık konumuna düşürdüğü yönünde eleştirilere maruz kaldı. Kısacası “silik bir başbakan profili” çizmişti. Dolayısıyla AB içinde o “sözü geçen, dominant” Almanya’ya Scholz döneminde büyük bir özlem duyuldu. Tabii burada Scholz’un içinde bulunduğu küresel koşulları da görmezden gelemeyiz. Başbakanlık dönemi; Pandemi süreci, Rusya-Ukrayna Savaşı, İsrail-Hamas savaşı, düzensiz göç gibi dış dinamiklere denk geldiği için zor bir süreç yaşadı.

Merz ise daha güçlü bir lider profili çiziyor. Hem Almanya hem de AB’yi siyasi ve ekonomik olarak yeniden güçlü kılmak, ABD ve Rusya karşısında AB’yi başat bir küresel aktör konumuna getirmek ve en nihayetinde “güçlü Almanya eşittir güçlü AB” şeklinde bir motto geliştirmek istiyor. Merz’in seçim sürecinde “iç işlerimize müdahil olamazsınız” minvalinde ABD’ye kafa tutan bir tavrı vardı. Dolayısıyla yeni dönemde, Scholz dönemindeki gibi güdümlü değil de nispeten daha bağımsız hareket edebilecek bir AB izleyebiliriz. Tabii bu da transatlantik ilişkilerin gidişatına olumsuz yansıyabilir. Trump şimdiden Avrupa’ya %25 gümrük vergisi uygulayacağını duyurdu. Öte yandan yasadışı göçle mücadele konusunda Merz’in tutumu bilhassa Doğu Avrupa, İtalya ve Fransa gibi ülkelerde iktidarda veya muhalefette olan aşırı sağ partiler tarafından memnuniyetle karşılanacaktır. Bundan sonraki süreç AB içinde yeni bir sınır yönetimi ve yasadışı göçle mücadele anlayışını beraberinde getirebilir, bu durum da “Kale Avrupası” adını verdiğimiz yüksek duvarlarla çevrili izole bir Avrupa yaratılmasının önünü açabilir.

Türk Kökenli Göçmenlerin Endişeleri

Almanya’da yaşayan Türk kökenli göçmenlerin birçoğu seçim sonuçlarından endişe duyuyorlar. Kısa vadedeki endişe şu: CDU’nun gelmesiyle birlikte SPD döneminde kendilerine verilen “çifte vatandaşlığın kaldırılması” söz konusu, yani “ya Alman vatandaşı olacaksınız ya da Türk vatandaşlığında kalmaya devam edin” şeklinde bir dayatma gelebilir. Fakat buradaki Türkler her iki vatandaşlığa da sahip olmak ve anayasal zemin çerçevesinde bilhassa siyasal sürece katılım göstermek istiyorlar. Fakat burada CDU başlı başına karar verici pozisyonunda değil, SPD’nin tavrı da dengeleyici olacaktır. Çünkü çifte vatandaşlığın getirilmesi SPD döneminde oldu. Eğer böyle bir yasal hak CDU tarafından kaldırılırsa hem SPD’ye Türkler tarafından duyulan güven azalır hem de kendisi ile çelişmiş olur. Bunun yanı sıra CDU seçim öncesi vaatlerinde sınır denetimlerinin sıklaştırılacağını ifade etmişti. Bu söylemler Türkiye’den akrabasını veya yakınlarını Almanya’ya getirmek isteyen Türkler açısından tedirginlik yaratıyor. Kimler bu denetime tabi tutulacak henüz belli değil. Örneğin; “kalifiye bir işçi sırf Almanca bilmediği için sınırdan geri çevrilebilir mi?” gibi bazı soru işaretleri mevcut.

Uzun vadedeki endişe ise AfD gibi ırkçı bir partinin bir sonraki seçimlerde iktidara gelme olasılığının yüksek olması. Hatırlayalım Alice Weidel seçim sonrası yaptığı açıklamada “Tarihi başarı aldık, bir sonraki seçimleri biz kazanacağız[3] yönünde açıklamalarda bulunarak daha şimdiden gelecek planları yapmaya ve rakiplerine gözdağı vermeye başladı. Bu yöndeki bir zihniyet, halihazırda buraya entegre olmuş, işini kurmuş, ailesini getirmiş Türkler açısından büyük endişe yaratıyor, çünkü 4 yıl sonra buradan zorla gönderilebilme olasılıkları görüyorlar. Yıllardır büyük zorluklarla inşa ettikleri her şeyi kaybetme düşüncesi Türker arasında çoktan hâkim olmaya başladı.

 Önümüzdeki Süreçte Türkiye-Almanya İlişkileri nasıl ilerler?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada “AB’yi ekonomiden savunmaya, siyasete kadar içinde bulunduğu çıkmazdan sadece Türkiye’nin birliğe tam üyeliği kurtarabilir[4] diyerek Almanya seçimleri sonrası Türkiye-AB tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlaması için yeşil ışık yakmış oldu. Uzun süredir askıda olan ilişkilerde Türkiye’nin yapıcı taraf olarak bir adım atması olumlu olarak görülebilecek bir gelişme.

Öte yandan seçimden önce Hristiyan Birlik Partileri’nin “Türkiye ile siyasi ve ekonomik ilişkiler” başlığı altında açılan seçim programında, “Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye ile hem genişleme hem de komşuluk politikalarında yeni bir başlangıç yapması gerektiğine” dair bir vurgu var. Program Türkiye’nin, Avrupa için stratejik önemine ve potansiyel ortaklığına değiniliyor, özellikle Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinin ardından Avrupa hükümetlerine bölgede önemi artan Türkiye ile daha yoğun ilişkiler geliştirilmesini, bir nevi Suriye’nin güvenliği için Türkiye’nin ana aktör konumunda olmasını ve buna Batı tarafından destek verilmesini savunuyor. Fakat “mevcut şartlar altında Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) değerlerinden uzaklaştığı ve bu nedenle AB’ye katılamayacağı[5] minvalinde ibareler var.

Daha önceki seçim programlarına Türkiye’yi de dahil eden SPD, bu sefer Türkiye’ye hiç yer vermiyor. SPD’de görev yapan bazı Türk kökenli milletvekilleri de, Alman bürokratların Türkiye’ye karşı önyargılarının kırılamadığını ve Türkiye’yi bazı hususlarda demokratik değerlerden uzak bir ülke olarak gördüklerini ifade ediyorlar.

Türkiye’nin AB üyeliğinin kapısını aralayan tek istisna ise Yeşiller Partisi. Parti, seçim programında şartlı da olsa Türkiye’yi destekliyor. Başta azınlıkların korunması olmak üzere yıllardır karşımıza çıkardıkları o “demokratik değerler” olgusunu öne sürüyorlar ve bu konuda bir rota değişikliğinin gerekli olduğuna vurgu yapıyorlar.

Genel seçimlerin resmî sonuçlarına göre 19 Türk kökenli Milletvekili Federal Meclis’te görev yapacak. Bu milletvekillerin yedisi SPD’den, yedisi Sol Parti’den (Die Linke), üçü Hristiyan Birlik Partileri’nden (CDU/CSU), ikisi ise Yeşiller’den seçildi. Olası koalisyon senaryolarını düşündüğümüzde hem CDU-SDP koalisyonu -ki bu güçlü bir ihtimal- hem CDU-SPD-Yeşiller koalisyonu durumunda Türkiye ile ekonomik ve stratejik ilişkilerin ön planda olacağı fakat üyelik konusunda herhangi bir tasarrufun düşünülmediğini söyleyebilirim. Fakat Türkiye’nin başta Almanya olmak üzere diğer AB üyeleri ile bireysel anlamdaki ilişkileri ve çabaları bu süreçte etkili olacaktır.

Kaynakça

[1] BBC Türkçe (2025), “Almanya’da seçimin kazananları ve kaybedenleri: Güç dengeleri nasıl değişti?”, Erişim:

https://www.bbc.com/turkce/articles/c1jp09ldewyo

[2] DW (2025), “German election results explained in graphics”, Erişim:

https://www.dw.com/en/german-election-results-explained-in-graphics/a-71724186

[3] The Telegraph (2025), “AfD will be strongest force in Germany by next election, says leader”,

Erişim: https://www.telegraph.co.uk/world-news/2025/02/24/elon-musk-predicts-far-right-AfD-will-win-next-german-elect/

[4] SDE (2025), “Cumhurbaşkanı Erdoğan: AB’yi İçine Düştüğü Çıkmazdan Sadece Türkiye Kurtarır”,

Erişim: https://www.sde.org.tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-ab-yi-icine-dustugu-cikmazdan-sadece-turkiye-kurtarir-haberi-57308

[5]DW Türkçe (2025), “Almanya’da meclise giren partiler Türkiye’ye nasıl bakıyor?”

Erişim: https://www.dw.com/tr/almanyada-meclise-giren-partiler-t%C3%BCrkiyeye-nas%C4%B1l-bak%C4%B1yor/a-71523150

 

Doç. Dr. E. Alper Yılmaz

2011 yılında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi (Burslu) bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisansını 2014 yılında, doktorasını da 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamıştır. Kendisi halen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde görev yapmakta, aynı zamanda Polis Okulu (POMEM) bünyesinde dersler vermektedir. Litvanya ve Almanya’da bir süreliğine misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Çok sayıda ulusal/ uluslararası kongreye katılan ve akademik yayını bulunan Yılmaz; Uluslararası Göç, Türk Dış Politikası, AB Politikaları gibi konular üzerinde ders vermekte ve çalışmalar yürütmektedir. “Türkiye’deki Suriyelilerin Sorunları ve Toplumsal Uyum Süreçleri” ve “Cumhuriyetin 100. Yılında Nasıl Bir Dış Politika” ve “Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Göç Politikaları” isimli kitapları vardır. Yılmaz, prestijli bir Alman kurumundan aldığı burs kapsamında halen Berlin’de akademik araştırmalarına devam etmektedir.

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği

Hakkımızda

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği, diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında derinlemesine bilgi edinmek, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında araştırmalar yapmak, bilgiyi işlevsel hale getirerek akademik yayınlar yapmak, seminer, konferans ve eğitim faaliyetleri düzenlemek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur.

This Pop-up Is Included in the Theme
Best Choice for Creatives
Purchase Now