Yazar: Melda Nihal MUÇİN
Giriş
Afganistan, jeopolitik konumu ve önemi itibariyle tarih boyunca dikkatleri üzerine çekmiş dolayısıyla dış müdahalelere açık bir coğrafya olmuştur. 20. yüzyılın başlarından itibaren Afganistan’ın Sovyetler Birliği ve devamında Rusya Federasyonu ile ilişkileri, dönemsel olarak stratejik iş birliği ve çatışma dinamiklerini içeren çok boyutlu bir karakter arz etmiştir. Afganistan, tarihsel olarak “Büyük Oyun” olarak bilinen Rusya-Britanya rekabetinin ana unsurlarından biri olup, 20.yüzyıldan itibaren ise bu kez ideolojik çatışmalar zemininde yer alarak Sovyetler Birliği’nin güneyinde istikrarlı bir şekilde tampon devlet yaratma amacı güdülmüştür.
Bu ilişkilerin en çarpıcı dönemi Sovyetler Birliği’nin 1979’da Afganistan’ı işgal etmesiyle başlamış ve bu müdahale küresel politikaları da etkilemiştir. Aynı zamanda bu işgal 1989’da Sovyet geri çekilmesine kadar sürmüş olup, on yıllık yıkıcı bir savaşa neden olmuştur. Bu dönem yalnızca askeri bir çatışmadan ibaret olmayıp, gerek ideolojik ve siyasi meşruiyet bakımından gerekse uluslararası müdahale açısından oldukça önemli bir örnek teşkil etmiştir. 1990’lara gelindiğinde Sovyetlerin çökmesinin ardından, yerine kurulan Rusya Federasyonu’ndaki zayıflıklar nedeniyle Afganistan üzerindeki etkinlik büyük ölçüde kaybedilmiş olsa da Taliban’ın yönetimi devralması ve Putin’in 1999’dan itibaren Rusya’da sahneye çıkarak Rusya’nın gücünü artırmasıyla Moskova yeniden Afganistan’da aktif bir aktör haline gelmiştir.
Bu analiz Sovyetler ’den günümüze kadar gelen Afganistan-Rusya ilişkilerini derin bir boyutta ele alarak ideolojik, stratejik ve güvenlik açısından incelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca iki ülke arasındaki güncel iş birlikleri ve bölgesel ittifaklar bağlamında geleceğe dönük ihtimaller değerlendirilerek bilgi sağlayacaktır.
Tarihsel Arka Plan: Sovyet-Afgan İlişkilerinin Temelleri[1]
Afganistan ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin kökeni, 20. yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır. Bu ilişkiler büyük ölçüde Çarlık Rusyası’nın Orta Asya’daki yayılmacı politikalarıyla şekillenmiştir. 19. yüzyılda Britanya İmparatorluğu ile Rusya arasında yaşanan ve “Büyük Oyun” olarak adlandırılan jeopolitik rekabette Afganistan, iki devlet arasında bir tampon devlet rolü üstlenmiştir. Bu dönemde iki imparatorluk da doğrudan işgalden kaçınmaksızın Afganistan üzerindeki nüfuzlarını artırma çabası içine girmişlerdir.
1919 yılında Afganistan’ın İngiltere’den bağımsızlığını ilan etmesinin ardından yeni kurulan Afgan devletiyle diplomatik ilişki kuran ilk ülkelerden biri Sovyetler Birliği olmuştur . Bu adım, iki ülke arasında dostluk ilişkilerin temellerini atmış; Sovyetler Birliği, özellikle Afganistan’ın dış yardıma duyduğu ihtiyaç bağlamında önemli ve güçlü bir aktör haline gelmiştir. Afganistan’a teknik uzmanlar, mühendisler ve askeri danışmanlar gönderilmiş; eğitim, altyapı ve savunma gibi alanlarda kapsamlı destekler de sağlanmıştır. Ancak bu yardımlar ideolojik yakınlıktan ziyade, jeopolitik ve güç çıkarları doğrultusunda sunulmuştur. Sovyet yönetimi, Britanya etkisinin yeniden artmasından endişe duymakla birlikte, Kabil yönetiminin bağımsızlığını sürdürmesini kendi stratejik çıkarları açısından faydalı görmektedir.[2]
1950’ler ve Soğuk Savaş döneminde Afganistan, resmi olarak tarafsızlık politikası benimsemiş olsa da, ekonomik ve teknik yardımlar konusunda Sovyetler Birliği’ne yakınlaşmıştır. Bu dönemde Sovyetler, Marksist Leninist bir düşünce ile dış politika söylemlerini şekillendirmişlerdir. Dış politikada emperyalizmle mücadeleyi benimseyerek bu amaç doğrultusunda Afgan toplumunu sosyal ve idari reformlarla dönüştürmeye çalışmıştır. Afganistan’a kapsamlı kalkınma yardımları sağlanmış; yollar, barajlar, havaalanları ve eğitim kurumları gibi birçok altyapı projesi üstlenilmiştir. Ayrıca Afgan ordusu da Sovyet eğitmenler tarafından yeniden yapılandırılmış ve modernize edilmiştir.
1973 yılında Afganistan Kralı Zahir Şah, kuzeni ve aynı zamanda eski başbakan Muhammed Davud Han tarafından gerçekleştirilen bir darbe sonucunda devrildi. Bu gelişmenin ardından Afganistan’da 225 yıllık monarşi sona erdi ve tek partili cumhuriyet yönetimi kuruldu. Kurulan yeni yönetim ile Sovyetler arasındaki ilişkiler devam etse de, 1978’de gerçekleşen “Saur Devrimi” ile Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP), Sovyet destekli bir darbe yoluyla iktidarı ele geçirmiştir. 70’lerden itibaren sürekli yaşanan siyasi istikrarsızlıklar, reformalar ve sekülerleşme konusunda atılan adımların baskıcı yöntemleri halk arasında bir hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Bu durum, özellikle muhafazakâr, İslamcı ve geleneksel toplum yapısına sahip gruplar tarafından protesto edilmiştir. Sovyetler Birliği, bu istikrarsızlığı kontrol altına almak, komünizmin gelişimini ve etki alanını korumak amacıyla Aralık 1979’da binlerce askerle Afganistan’a müdahale etmiştir.[3] İşgalle birlikte Sovyetler, 10 yıl sürecek olan doğrudan bir savaşın tarafı olmuş; ideolojik bir rejimi ayakta tutmak adına geniş çaplı bir askeri müdahaleye girişmiştir.[4]
Sovyetler Birliği’nin Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) politikaları çerçevesinde 15 Şubat 1989’da Afganistan’dan çekilmesine kadar süren bu işgal yaklaşık 1.5 milyon insanın yaşamını yitirmesine ve 5 milyon insanın çeşitli bölgelere göç etmesine neden olmuştur. Sovyet-Afgan ilişkilerinin genel seyri komünist ideoloji temelinde ele alındığında, bu ideolojik projenin başarısızlıkla sonuçlandığı görülmektedir. Dini değerlerin ve geleneklerin güçlü olduğu Afganistan toplumunda, dışarıdan getirilen komünist bir sistemin halk nezdinde kabul görmediği, toplumsal meşruiyet kazanamadığı görülmektedir. Bu deneyim, Sovyetler Birliği’nin komünist ideolojiyi küresel ölçekte uygulama yönündeki stratejik hedefini zayıflatarak sorgulanmasına yol açmıştır.
SSCB Sonrası Dönemde Rusya Federasyonu ve Afganistan
Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından Rusya, siyasi bir güç ile birlikte büyük bir enkazı da devralmıştır. Boris Yeltsin liderliğinde serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecine giren devlet, hem iktisadi açıdan istikrarsızlık, enflasyon ve işsizlik gibi sorunlarla karşılaştı hem de toplumda oluşan kaos ve güvensizlik ortamının artması sebebiyle temel işlevlerinde ciddi bir zayıflama yaşamıştır. İç krizlerle mücadele eden Rusya, Afganistan politikasında giderek daha pasif bir tutum sergilemeye başladı. 1996’da Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesi, Rusya’nın Orta Asya’daki çıkarları açısından tehdit olarak algılanmış ve daha ihtiyatlı bir tutum sergilemesine neden olmuştur.
2000’lerin başında Vladimir Putin’in başbakanlığa gelişiyle birlikte Rusya’nın daha merkeziyetçi bir yönetim benimseyerek otoriteyi baskın kılan bir anlayışa geçtiği görülmektedir. Rus dış politikasında güvenlik merkezi bir konuma getirildi. 2010’lu yıllarda Rusya, doğrudan meşrulaştırma olmaksızın Taliban ile sınırlı diplomatik temaslar kurarak, ABD’nin Afganistan’da 2001’den beri süregelen etkisini sınırlamaya çalışmıştır. Özellikle DEAŞ’ın (IŞİD) faaliyetlerinin Rusya için Taliban’ı daha “kabul edilebilir” bir aktör hale getirdiği görülmektedir.
ABD ve NATO güçlerinin çekilmesi ve Taliban’ın 2021’de Kabil’de yeniden güçlenerek yönetimi eline almasıyla birlikte Rusya, Taliban yönetimiyle en hızlı şekilde temas kuran ülkelerden biri olmuştur.[5] Afganistan’da oluşan jeopolitik boşluğu değerlendirmeyi amaçlayan Rusya, diplomatik kanalları açık tutarak bu gelişmeyi stratejik bir avantaja dönüştürmeyi amaçlamıştır. Günümüzde ise Rusya’nın Afganistan politikaları ABD ve NATO’nun etkisini azaltarak bölgesel istikrar ve güvenliğini artırma çabası içinde şekillenmektedir. Putin’in hedefleri doğrultusunda Rusya’nın Afganistan üzerindeki politikası pragmatik ve çok taraflı bir çizgi izlemektedir. Aynı zamanda Rusya çift taraflı diplomasiyi geliştirerek ekonomik anlamda jeopolitik üstünlük kazanmayı hedeflemektedir.
Günümüzde Afganistan-Rusya İlişkileri: Çıkarlar, Gerilimler, Diyaloglar
Afganistan hem tarihsel miras hem de güncel güvenlik dinamikleri bakımından Rus dış politikasında önemli bir pozisyona sahiptir. Afganistan’da süregelen istikrarsızlık, Rusya açısından hem müttefiklerini kaybetme olasılığı hem de kendi sınırlarındaki güvenliğin tehlikeye girmesi bakımından ciddi bir tehdit niteliği taşımaktadır. Özellikle radikal İslamcıların (örneğin IŞİD) etkileri, Afganistan’da uyuşturucu kaçakçıları ve teröristlerin Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan üzerinden Rusya’ya sızması gibi tehditlerin varlığı Moskova için Afganistan konusunda dış politika unsurları üretmede belirleyici olmaktadır. Bunlara ek olarak Çin’in Afganistan’a yatırım projeleri Rusya için büyük bir fırsat olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda Çin ve Afganistan ile yapılacak olan stratejik ortaklıklar Rusya’nın kendi etki alanını genişletmesi açısından katkı sağlayacaktır.
Taliban yönetiminin 2021 yılında ikinci kez iktidarı ele geçirmesinden sonra, Rusya’nın yeni yönetim ile ilişkilerini kurumsallaştırma yolunda adımlar atmaya başladığı görülmektedir. 2024 Haziran’da yaşanan gelişmelerle birlikte Moskova’da düzenlenen Afganistan Konferansı’nda Taliban temsilcilerinin Rus yetkililerle gerçekleştirdiği üst düzey görüşmeler, Taliban’a yönelik fiili tanıma sürecinin açık bir yansımasıdır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un aynı konferansta, Taliban’la yürütülen görüşmelerin “pragmatik düzeyde ve güvenlik odaklı” olduğunu belirtmesiyle Rusya ile Taliban yönetimindeki Afganistan arasındaki ilişkinin kurumsal işbirliğine dönüştüğünü göstermektedir.[6]
17 Nisan 2025’te Rusya Yüksek Mahkemesi, Taliban’ı Rusya’nın “yasaklı terör listesi”nden çıkaran bir karara imza atmıştır.[7] Bu hukuki düzenlemenin, Kremlin’in Taliban’la doğrudan diplomatik temas kurmasının ve resmi ilişkiler geliştirmesinin önünü açtığı görülmektedir.[8]
3 Temmuz 2025’te ise Rusya Dışişleri Bakanlığı, Taliban tarafından atanmış yeni Afgan büyükelçisinin güven mektubunu kabul ederek, Taliban’ı Afganistan’ın resmi yönetimini resmen tanıdığı görülmektedir. Söz konusu adım Rusya’ya, Taliban yönetimini resmen tanıyan ilk ülke olma özelliğini kazandırmıştır.[9]
Rusya- Afganistan İlişkilerine Dair Gelecek Senaryoları
Rusya ve Taliban Yönetimindeki Afganistan ile ilgili gelişmesi beklenen en muhtemel senaryo, karşılıklı çıkarlara dayalı sürdürülen kontrollü bir iş birliği senaryosu olarak görülmektedir. Taliban’ın terörle mücadele konusunda verilen taahhütlere bağlı kalması ve Çin ile iş birliğini sınırlı düzeyde tutması halinde, Moskova’nın Taliban yönetimi ile ilişkilerini daha kurumsal bir yapıya dönüştürmesi mümkündür. Suriye’de yaşanan iç savaş sonrasında Rusya’nın Beşar Esad rejimini desteklemesi, Rusya’yı doğrudan DAEŞ’ in düşmanı haline getirmektedir. Dolayısıyla, DAEŞ’ in Afganistan’da güç kazanmasının Rusya açısından büyük bir tehdit unsuru taşıdığı görülmektedir. Rusya’nın sınır güvenliğini tehdit eden gelişmeler yaşanması, Taliban ile arasındaki ilişkilerin yeniden yapılandırma sürecini beraberinde getirme ihtimali taşımaktadır.
Diplomatik tanıma zinciri bakımından Rusya’nın Taliban’ı tanıması, diğer bölgesel aktörler ile bazı Batı dışı ülkeler açısından model olabilir. Mevcut analizlerde İran, Çin ve Pakistan gibi ülkelerle birlikte koordineli bir diplomatik tanıma süreci yaşanabileceği ve bu durumun Taliban’ın uluslararası sisteme entegrasyonunu hızlandırabileceği öne sürülmektedir.[10]
Sonuç
Rusya-Afganistan ilişkileri, Sovyetler Birliği döneminden günümüze uzanan derin bir tarihsel bağa dayanmakla birlikte, günümüzde çok daha pragmatik ve çıkar odaklı bir niteliğe bürünmüştür. ABD’nin, 20 yıllık askeri varlığının ardından Afganistan’da Ağustos 2021’de Taliban’ın yeniden iktidara gelmesiyle birlikte Rusya, Taliban’ı ilk etapta terör örgütü olarak sınıflandırmaya devam etmiş, ancak Orta Asya’daki güvenlik kaygıları (radikal unsurların yayılması, uyuşturucu kaçakçılığı) ve ABD sonrası güç boşluğu, Rusya’yı Taliban ile diyaloğa zorlamıştır. Moskova, Taliban’ın 2025 yılında resmî olarak tanınmasıyla birlikte, Afganistan’daki güvenlik sorunlarını sınır ötesine taşımamak ve bölgesel nüfuzunu korumak için önemli bir diplomatik adım atmıştır. Bu karar, Rusya’nın terörle mücadele ve Orta Asya’daki istikrarı sağlama konusundaki stratejik hedefleriyle doğrudan ilişkilidir. Öte yandan, Taliban rejiminin insan hakları, kadınların eğitimi ve demokratik yönetişim konularında sergilediği kısıtlayıcı politikalar, Rusya’nın bu ilişkiyi temkinli ve kontrollü yürütmesine neden olmaktadır. Moskova, Taliban ile işbirliği yaparken aynı zamanda uluslararası toplumun bu konulardaki hassasiyetlerini de göz önünde bulundurmaktadır. İki taraf arasındaki ilişki, hem iş birliği hem de karşılıklı güvensizlik dinamiklerini içinde barındırmaktadır.
Kaynakça
[1] https://gelenek.org/afganistandaki-gelismeler-ve-rusyanin-konumu-uzerine/#_ftn1
[2] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2362482
[3] https://www.britannica.com/event/Soviet-invasion-of-Afghanistan
[4] https://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2022/03/01-AbdullahMohammadi.pdf
[5] https://www.arabnews.com/node/2580753/d%C3%BCnya
[6] https://kriterdergi.com/dosya-afganistan/rusyanin-afganistan-politikasi
[7] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/rusya-afganistan-yonetimini-resmen-taniyan-ilk-ulke-oldu/3621260
[8] https://www.aljazeera.com/news/2025/4/17/russia-suspends-ban-on-taliban
[9] https://www.bbc.com/turkce/articles/c0j4qez98edo
[10] https://www.perspektif.online/talibanin-bolgesel-iliskileri/