Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

ABD ve İngiltere’nin Libya ile İnişli Çıkışlı İlişkileri: Petrol ve Kaos

Yazar: Beste Sena CANİKLİ

Libya, kültürel mirası ve jeopolitik konumu nedeniyle tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Bu bağlamda, Libya üzerinden gerçekleşen düzensiz göç, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti gibi ulusötesi suç faaliyetleri, bölgesel ve uluslararası güvenlik açısından ciddi tehditler oluşturmaktadır. 1951 yılında Birleşmiş Milletler denetiminde bağımsızlığını kazanan ilk ülke olarak kaydedilen Libya, Soğuk Savaş sürecinde Batı’nın jeopolitik çıkarlarının kesiştiği bir alan haline gelmiştir. Sahip olduğu zengin petrol rezervleri, stratejik konumu ve kronikleşen siyasi istikrarsızlığı, Libya’yı başta Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık olmak üzere küresel aktörlerin ilgisini çeken bir ülke konumuna getirmiştir.

Batının Libya ile İlk Teması: Petrol ve Üsler 

1951 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra Batı bloğunun önemli bir müttefiki haline gelen Libya, petrol yataklarının keşfine kadar ekonomik olarak zayıf bir ülke olarak varlığını sürdürmüş ve askeri ile finansal desteği büyük ölçüde dış kaynaklardan temin etmek zorunda kalmıştır. 1959 yılında ülkede petrol yataklarının keşfedilmesi, Libya’nın stratejik ve ekonomik değerini önemli ölçüde artırmıştır. Bu süreçte, Libya ile İngiltere arasında 1953 yılında Dostluk Antlaşması imzalanmıştır. Söz konusu anlaşma kapsamında İngiltere’ye Libya topraklarında bir askeri üs kurma hakkı tanınmış ve İngiliz komutanların Libyalı askerleri eğitmesi öngörülmüştür. Libya, içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar nedeniyle bu tür bir imtiyaz vermek zorunda kalmıştır.

1954 yılında ABD ile Libya arasında, Wheelus Hava Üssü’nün kullanımına ilişkin bir antlaşma imzalanmıştır. Aynı dönemde, İran’da Başbakan Muhammed Musaddık’ın devrilmesiyle sonuçlanan darbe gerçekleşmiş olup, bu müdahale ABD ve İngiltere tarafından organize edilmiştir. Söz konusu darbe, İran’ın petrol kaynaklarını millileştirme girişimine bir tepki niteliğinde olmuş ve Tahran ile Washington arasındaki ilişkilerde derin ve kalıcı kırılmalara yol açmıştır.

ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrasında Libya’ya yönelik artan ilgisinin ve bölgede askeri üs edinme çabalarının temelinde, Sovyetler Birliği’nin Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki nüfuzunu genişletme girişimleri yer almaktadır. Libya’nın jeopolitik konumu, ABD’ye yalnızca bu stratejik bölge üzerinde kontrol sağlama imkânı sunmakla kalmamış, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki güç dengelerini Batı lehine şekillendirme fırsatı da yaratmıştır.

Libya, petrol endüstrisinin gelişimiyle birlikte 1955 Petrol Yasası’nı revize etme gerekliliği duymuştur. Ancak bu süreç, ülkede Batı karşıtı tepkilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Petrol kaynaklarının millileştirilmesi yönündeki talepler ve Batı’nın ekonomik hegemonyasına karşı gelişen toplumsal hareketler, Libya’da siyasi ve ekonomik dönüşüm sürecini tetiklemiş, bu da ilerleyen yıllarda ülkenin dış politik yöneliminde önemli değişimlere yol açmıştır.

Muammer Kaddafi Dönemi İç Dengeler

Libya, Birleşmiş Milletler tarafından federal bir yapı içinde bağımsız bir devlet olarak tanınmıştır. Yapılan görüşmeler sonucunda İdrîs es-Senûsî, ülkenin ilk ve tek kralı olarak tahta çıkmıştır. 1951-1969 yılları arasında toplam 18 yıl boyunca tahtta kalan Kral İdris, zamanla yolsuzluk iddiaları ve Batılı devletlerle olan yakın ilişkileri nedeniyle halk nezdinde meşruiyetini kaybetmiştir. Bu bağlamda, 1969 yılında Muammer Kaddafi öncülüğünde gerçekleştirilen kansız bir darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştır.

Orta Doğu’nun en uzun süre iktidarda kalan liderlerinden biri olan Muammer Kaddafi, gerçekleştirdiği ihtilalin üç temel ilkesini hürriyet, sosyal adalet ve birlik olarak açıklamıştır. Hürriyet, yoksulluktan ve sömürüden kurtulmayı; sosyal adalet, İslami ilkelere uygun bir ekonomik paylaşımı; birlik ise Arap halklarının bütünleşmesini hedeflemekteydi. Kaddafi’nin iktidarı boyunca uyguladığı politikalar, Libya’nın siyasal ve ekonomik yapısında köklü değişimlere yol açmıştır.

Muammer Kaddafi, iktidarı süresince petrol kuyularını millileştirmiş ve ülkenin emperyalist güçlerden arındırılacağını vadederek kapsamlı ekonomik reformlar başlatmıştır. İslami ilkelere dayalı bir Arap sosyalizmi modeli benimseyerek yönetim anlayışını bu çerçevede şekillendirmiştir. Ancak, modern anlamda kurumsallaşmış bir devlet mekanizması oluşturulmamış; her ne kadar yerel örgütlenmeler anlamına gelen Cemahiriyeler aracılığıyla yönetildiği iddia edilse de tüm yetki fiilen Kaddafi’nin elinde toplanmıştır.

Kaddafi döneminde Libya ekonomisi büyük ölçüde hidrokarbon kaynaklarının ihracatından elde edilen gelire bağımlı kalmıştır. Afrika kıtasında kişi başına düşen en yüksek gelire sahip ülkelerden biri olmasına rağmen, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve ekonomik dengesizlikler, 2011 yılında Arap Baharı süreciyle ortaya çıkan toplumsal ayaklanmaların en önemli sebeplerinden biri olmuştur. 42 yıl süren yönetimi boyunca Batı ile karmaşık ve gelgitli ilişkiler sürdüren Kaddafi, Libya’yı uluslararası kamuoyunda birçok sansasyonel olayın merkezine taşımış ve küresel siyasette tartışmalı bir figür haline gelmiştir.

Muammer Kaddafi Dönemi Dış Dengeler

Muammer Kaddafi’nin dış politikadaki temel hedefi, Pan-Arabizm ve Pan-Afrikanizm ideolojileri doğrultusunda, Arap dünyasında ve Afrika kıtasında birleşik bir yapı oluşturmaktı. Pan-Arabizm kapsamında Mısır, Tunus ve Suriye gibi ülkelerle birleşme girişimlerinde bulunmuş, ancak bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kaddafi, 1973 Arap-İsrail Savaşı’nı gerekçe göstererek ülkedeki petrol şirketlerinin millileştirilme sürecini hızlandırmıştır. 1977 yılında Mısır’ın İsrail ile Camp David Anlaşması imzalaması ve iki ülkenin diplomatik ilişkilerini normalleştirmesi, Kaddafi tarafından Arap davasına ihanet olarak değerlendirilmiş ve Libya ile Mısır arasında 21-24 Temmuz 1977 tarihlerinde kısa süreli bir savaş yaşanmıştır.

Arap dünyasında hedeflerine ulaşamayan Kaddafi, 1990’lı yıllardan itibaren dış politikasında Afrika kıtasına odaklanmış ve Pan-Afrikanist söylemleri ön plana çıkarmıştır. Bu doğrultuda, Afrika ülkeleriyle ekonomik ve siyasi iş birliklerini güçlendirme yoluna gitmiş, kıtada Libya’nın etkisini artırmaya yönelik çeşitli girişimlerde bulunmuştur.

Muammer Kaddafi yönetimi, Libya’da birçok terör örgütünün barınmasına ve eğitim almasına izin vermiş, hatta bazı gruplara doğrudan maddi destek sağlamıştır. Bu çerçevede, 5 Nisan 1986’da Berlin’de ABD askerlerinin sıklıkla ziyaret ettiği bir gece kulübüne yönelik bombalı bir saldırı gerçekleştirilmiş, saldırı sonucunda iki ABD askeri ve bir Türk vatandaşı hayatını kaybetmiştir. Libya’nın bu saldırıya destek verdiği iddiasıyla ABD, ‘Operation Eldorado Canyon’ adını verdiği bir hava harekâtı düzenlemiş ve Trablus ile Bingazi kentlerini bombalamıştır. Bu saldırılarda Kaddafi’nin 15 yaşındaki evlatlık kızı da dâhil olmak üzere toplam 101 kişi yaşamını yitirmiştir.

Libya’nın Batı ile ilişkilerini daha da gerginleştiren en önemli olaylardan biri de 21 Aralık 1988 tarihinde yaşanmıştır. Pan American World Havayolları’na ait bir yolcu uçağı, İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde infilak etmiş, olay sonucunda 259’u uçakta bulunan mürettebat ve yolcular, 11’i ise kasaba sakinleri olmak üzere toplam 270 kişi hayatını kaybetmiştir. Batılı ülkeler, saldırının arkasında Libya’nın olduğunu öne sürerek ülkeye ağır ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uygulamıştır.

Uzun yıllar süren uluslararası baskılar sonucunda Kaddafi yönetimi, 2003 yılında Lockerbie faciasıyla ilgili sorumluluğu resmen kabul etmiş ve saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine toplam 2.7 milyar dolar tazminat ödenmesini öngören bir anlaşmaya imza atmıştır. Bu adım, Libya’nın Batı ile ilişkilerini normalleştirme çabalarının bir parçası olarak değerlendirilmiştir.

2003 sonrasında Muammer Kaddafi yönetimi, nükleer silah programını terk ettiğini açıklayarak Batı ile ilişkilerini normalleştirme sürecine girmiştir. Bu adım, ABD ve Avrupa Birliği tarafından olumlu karşılanmış ve Libya’ya uygulanan ekonomik ve diplomatik yaptırımlar kademeli olarak kaldırılmıştır. Batı ile gerilimi azaltmayı amaçlayan bu süreçte, Kaddafi yönetimi uluslararası yatırımları çekmek için ekonomik reformlara yönelmiş ve ülkenin zengin petrol rezervlerini kullanarak ekonomik büyümeyi teşvik etmeye çalışmıştır. Her ne kadar ekonomik büyüme hedeflense de, ülkedeki gelir dağılımındaki adaletsizlik, işsizlik, enflasyon, yolsuzluk ve ifade özgürlüğü eksikliği gibi yapısal sorunlar derinleşmeye devam etmiştir. Bu unsurlar, Libya’nın Arap Baharı sürecinden etkilenmesine zemin hazırlamış ve halkın yönetime karşı kitlesel protestolar başlatmasına neden olmuştur. Arap Baharı’nın Libya’daki başlangıcı, küresel faktörlerin ve ABD’nin kışkırtmalarının ötesinde, daha çok ülke içindeki sosyo-ekonomik ve siyasi dinamiklere bağlı olarak gelişmiştir. Ancak olayların büyümesiyle birlikte dış güçler sürece doğrudan müdahil olmuş ve Libya iç savaşa sürüklenmiştir. Bu süreç, Kaddafi rejiminin sonunu hazırlayan en önemli kırılma noktalarından biri olmuştur.

NATO’nun askeri müdahalesiyle Kaddafi rejiminin sonlandırılmasının ardından Libya’daki muhalif güçler, oldukça parçalı bir yapı sergilemiştir. Bu parçalanmışlık, siyasi ve sosyal örgütlenme biçimi olan kabileler arasındaki güç mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Libya’daki siyasal yapı, kabileler arasındaki rekabet ve tarihsel gerilimlerin etkisiyle kırılgan bir güç dengesi içerisinde şekillenmiştir. Libya toplumu, devrim sonrası dönemde aşırı derecede militarize olmuş ve silahlanma hızla artmıştır. Bu durum, ülkede rekabeti artırarak güvenlik açıklarına yol açmış ve güvensizlik ortamı yaratmıştır. Bu güvensizlik, iş birliği ve diyalogların gerçekleştirilmesini zorlaştırmış, ülkenin toplumsal yapısında kalıcı barış ve istikrar sağlamayı engellemiştir. Devrim sonrası Libya’nın karşılaştığı en büyük sorunlardan biri, ülke genelinde kontrolü sağlayacak merkezi bir devlet otoritesinin kurulamayışıdır. Bu eksiklik hem iç karışıklıkları hem de dış müdahaleleri tetiklemiştir. Batılı ülkeler, Libya’nın yeniden inşasına katkıda bulunmak yerine, daha çok ülkenin enerji kaynaklarına erişimlerini güvence altına almayı amaçlamışlardır. Batılı devletlerin bu yaklaşımı, Libya’daki karmaşanın uzun bir süre devam etmesine engel olamamış ve ülke içindeki siyasi boşluğu derinleştirmiştir.

Günümüzde Libya’da Yaşanan ABD-İngiltere Diplomasi Trafiği 

Libya, 2011 yılında Kaddafi’nin devrilmesinden bu yana iç siyasi istikrarsızlık, düzensizlik ve güvenlik problemleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu süreçte, uluslararası aktörler arasındaki rekabet giderek keskinleşmiş ve Libya, yalnızca petrol yataklarıyla değil, aynı zamanda Akdeniz, Afrika, Avrupa ve Arap coğrafyasını birbirine bağlayan stratejik konumuyla da uluslararası güçler için kritik bir ülke haline gelmiştir. Bu bağlamda, bölgedeki siyasi boşluğu doldurma çabalarının, göç politikalarıyla bağlantılı olduğu iddia edilmektedir.

Libya, Avrupa’ya geçişte önemli bir düzensiz göç rotası haline gelmişken, Batılı ülkeler, Libya’yı tampon bölge olarak kullanmayı amaçlamış olabilir. Ancak, Libya’da etkin ve güçlü bir Rusya’nın varlığı, Avrupa’ya karşı göç dalgasını bir koz olarak kullanmasını da mümkün kılmaktadır. ABD ve İngiltere, Libya güvenlik güçleriyle iş birliği yaparak göçmen akımını kontrol altına almaya çalışırken, bu politikaların insan hakları açısından ciddi endişelere yol açtığı ifade edilmektedir. Ayrıca, Kaddafi döneminde ülkede yapılanmış ve desteklenmiş terör gruplarının, çaresizce oraya göç eden insanları bu amaç uğruna kullanması, kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkmaktadır.

ABD ve İngiltere’nin bölgedeki etkilerini artırma girişimleri, hem kendi aralarındaki hem de diğer küresel güçlerle olan ilişkileri karmaşık hale getirmektedir. 1950’li yıllarda ABD’nin Libya’ya olan yaklaşımının temel sebeplerinden biri, Sovyetler Birliği’nin bölgeye olan ilgisinin artmasıydı. Rusya ise 2016’dan itibaren, Libya’da radikal hareketler ve terör örgütleriyle mücadele ettiğini iddia eden Hafter askerlerine destek vermektedir. Bu desteğin ardında, Libya’nın enerji kaynaklarından faydalanma amacı bulunmaktadır. Günümüzde, ABD, Rusya’nın Libya’daki varlığını zayıflatmaya çalışırken, İngiltere ise bölgedeki tarihsel etkisini sürdürmeye gayret etmektedir. Bu çabalar, iki ülkenin Libya politikalarının kesiştiği ancak zaman zaman çıkar çatışmalarına yol açtığı bir durumu ortaya koymaktadır. Bu durum, bölgedeki uluslararası diplomasiye yön veren önemli bir faktör haline gelmiştir.

Bölgedeki diğer önemli aktörlerden biri olan Çin, Libya ile geliştirdiği ekonomik bağlarla dikkat çekmektedir. Libya topraklarına en çok yatırım yapan ülkelerden biri olan Çin, enerji sektörü ve altyapı projelerine yaptığı yatırımlarla, Batılı ülkelerin Libya üzerindeki kontrolünü zorlaştırabilir. Çin Başbakanı Li Qiang, Libya Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ile yaptığı görüşmede, Libya’nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü desteklediklerini belirtmiştir. 2023 yılı itibariyle iki ülke arasındaki ticaret hacmi, %16,09 artarak 6,1 milyar dolara ulaşmıştır. Bu durum, Libya’nın Çin ile ekonomik ilişkilerini genişletmeye açık olduğunu göstermektedir. ABD ve İngiltere’nin, Çin’in ekonomik olarak Libya’ya karşı tutumundan rahatsız olma ihtimali yüksektir, çünkü Çin, bölgedeki jeopolitik dinamikler üzerinde de etkili olma potansiyeli taşımaktadır. Çin’in Libya ile olan ilişkileri, özellikle enerji ve altyapı projeleri üzerinden, Batılı ülkeler için yeni bir rekabet alanı yaratmaktadır. Bu da bölgedeki güç dengelerini etkileme anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak hem Rusya’nın hem de Çin’in bölgedeki konumu, ABD ve İngiltere’yi rahatsız etmekte ve bu durum, Libya’yı uluslararası rekabetin merkezine yerleştirmektedir. Önümüzdeki süreçte, Libya’nın yalnızca iç siyasi dengeleri değil, aynı zamanda uluslararası güç mücadeleleri açısından da kritik bir merkez olmaya devam edeceği aşikardır. Libya, artık uluslararası aktörlerin güç mücadelesi verdiği bir jeopolitik satranç haline gelmiştir. Bu durum, bölgedeki istikrarsızlık ve uluslararası güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillenecek yeni dinamiklerin sinyallerini vermektedir.

Kaynakça:

Bukola A. Oyeniyi, The History Of Libya, Santa Barbara, CA: The Greenwood Histories Of The Modern Nations, 2019

Ünal, G. (2019a). Bir Kuzey Afrika ve Akdeniz Güvenliği Sorunu Olarak Libya. Ortadoğu Analiz

https://security-legislation.ly/latest-laws/law-no-25-of-1955-on-the-petroleum-law/

Duncan Robinson, “Libya: A Bloodstained History,” New Statesman

Füsun Kavrakoğlu, Libya 8 Kaddafi 1, 6 Mayıs 2016, (Çevrimiçi) https://kavrakoglu.com/libya-8- kaddafi-1/, 23 Nisan 2020.

Karpat, K. H., (2011), Osmanlı’dan Günümüze Ortadoğu’da Millet, Milliyet ve Milliyetçilik, Timaş Yayınları, İstanbul

https://www.chinadaily.com.cn/a/202405/30/WS6657b696a31082fc043c9e4e.html

https://libyaobserver.ly/news/eu-envoy-significant-progress-libyas-voluntary-return-program-migrants

 

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve UDİAD’ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği

Hakkımızda

Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği, diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında derinlemesine bilgi edinmek, sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında araştırmalar yapmak, bilgiyi işlevsel hale getirerek akademik yayınlar yapmak, seminer, konferans ve eğitim faaliyetleri düzenlemek amacıyla kurulmuş bir sivil toplum kuruluşudur.

This Pop-up Is Included in the Theme
Best Choice for Creatives
Purchase Now