Yazar: Seray KASABALI
Srebrenitsa’da 1995 yılında yaşananların soykırım olduğu gerçeği hem Bosnalı Sırp yetkililer hem de Sırbistan’daki pek çok çevre tarafından sürekli olarak inkâr edilmektedir. Bu inkârcı tutum, 2024 yılında Bosnalı Sırp parlamentosunun, Srebrenitsa’da sekiz bin Müslümanın planlı bir şekilde öldürülmesinin soykırım olmadığını belirten bir raporu onaylamasıyla resmî bir nitelik kazanmıştır. Benzer şekilde, Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik de olayı büyük bir yanlışlık ve suç olarak kabul etmekle birlikte, bunun bir soykırım olmadığını kesin bir dille ifade etmiştir[1].
Bosnalı Sırplar, kurbanların önemli bir kısmının savaş sırasında öldürülen Boşnak askerler olduğu tezini savunmakta ve yaşanan cinayetlerin Srebrenitsa çevresindeki köylerde katledilen Sırplara yönelik bir misilleme olduğunu ileri sürmektedir. Bu söylemlere karşın 2024 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından alınan bir kararla 11 Temmuz, Srebrenitsa Soykırımını Uluslararası Düşünme ve Anma Günü olarak belirlenmiştir. Aynı karar, soykırımın reddedilmesini ve savaş suçlularının kahramanlaştırılmasını da açıkça kınamaktadır[2].
BM Genel Kurulu tarafından onaylanan karar metni, üye devletleri soykırımın reddi/inkârı ve çarpıtılmasıyla mücadele etmek ve gelecekteki benzer trajedileri önlemek amacıyla Srebrenitsa’daki dramı kendi eğitim müfredatlarına dahil etmeye davet etmektedir. Srebrenitsa’da yaşananları soykırım olarak tanıyan benzer bir tasarı, 2015 yılında BM Güvenlik Konseyi’ne sunulmuş, fakat daimi üye Rusya tarafından veto edildiği için başarısız olmuştur[3].
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başlamasından sonra Almanya ve ABD’nin başını çektiği Batılı ülkeler; Srebrenitsa katliamı ve 1990’lardaki savaş suçları meselesini yeniden uluslararası platforma taşıdı. Veto riskinin bulunmadığı ve salt çoğunluğun yeterli olduğu BM Genel Kurulu’nda, karar tasarısı 2024 yılında oylamaya sunuldu. Yapılan oylama sonucunda, 11 Temmuz’u ‘‘Srebrenitsa Soykırımını Anma Günü’’ olarak ilan eden karar, Türkiye, ABD ve İngiltere gibi ülkelerin de aralarında bulunduğu seksen dört üyenin desteğiyle kabul edildi. Sırbistan, Rusya ve Çin gibi on dokuz ülke tasarıya karşı çıkarken, altmış sekiz ülke çekimser kaldı ve yirmi iki ülke oylamaya katılmadı[4].
Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, 1989 yılında Sırbistan’ın Cumhurbaşkanı olan Miloşeviç’in ‘‘Büyük Sırbistan’’ ideolojisinin hayata geçirilmesi yolunda uyguladığı politikaların somut ve trajik bir sonucu olan Srebrenitsa katliamı konusunda günümüz Sırp liderlerinin hâlâ aynı -Miloşeviç gibi- milliyetçi düşüncelere tutunarak değiştirmemiş oldukları tavırların; uluslararası ilişkiler literatüründe yer alan eleştirel yaklaşımlar açısından ‘‘Srebrenitsa Soykırımını Anma Günü’’nün birinci yılında değerlendirilmesi önem arz etmektedir.
‘‘Balkanlaşma’’ Kavramı ve Postyapısalcı Teori Açısından Balkanlarda Milliyetçilik
1980’de Yugoslavya Devlet Başkanı ve Yugoslavya Komünistler Birliği lideri Josip Broz Tito’nun ölümünden sonra ve 1990-1991 Soğuk Savaş’ın bitimine paralel olarak Yugoslav Federal Halk Cumhuriyeti bünyesinde milliyetçi fikirlerin güçlenmesi sebebiyle çatışmalar ve anlaşmazlıklar yaşanmış, beraberinde birden fazla ülke bağımsızlığını ilan etmiştir. Bahsi geçen dağılma, siyaset bilimi yazınında Balkanlaşma kavramıyla açıklanmaktadır. Batı merkezli düşünürler tarafından Balkanlaşma kavramının literatüre kazandırılmasındaki etkenin, yakın tarih Avrupası’ndaki kanlı çatışmaları andırması olduğu söylenmektedir. Ayrıca Güneydoğu Avrupa’nın uygar olarak görülen Batı’ya ayak uyduramaması sebebiyle ötekileştirme amacının güdülmesi hususunda da iddialar mevcuttur[5].
Bağımsızlık ilan eden ülkelerin öncelikli talebinin, daha esnek bir federasyon veya konfederasyon şekli olduğu ileri sürülmektedir[6]. Ancak 1990’larla birlikte derinleşen iktisadi bunalımların ve milliyetçilik ideolojisinin etkisiyle Haziran 1991’de ilk olarak Hırvatistan ve Slovenya; ardından Eylül 1991’de Makedonya bağımsızlığını ilan etmiştir. Sonrasında Kasım 1991’de Bosna-Hersek bağımsızlık ilanında bulunmuş ve Nisan 1992’de de Karadağ ile Sırbistan federatif bir yapı oluşturmuştur. Bağımsızlık ilanlarının ardından şu şekilde bir tablo ortaya çıkmıştır: Sırbistan ile Karadağ’ın oluşturduğu; fakat Sırbistan’ın denetiminde bir Yugoslavya[7].
Postyapısalcı düşünürler; milliyetçiliğin özünde mitlerin ve anlatıların yer aldığını savunmaktadır. Ulusların kökeninin geçmişe dayandırılması, söylemler ile bu köklü geçmişin vurgulanması ve ulusların ayrıcalıklı özelliklere sahip olmasına önem atfedilmesi, tarih kitapları ve kurgusal eserlerin yaratılması yönündeki eylemler, milliyetçiliğin devlet politikası olarak yöneticiler tarafından oluşturulduğunu iddia etmektedirler. Bu bağlamda postyapısalcılar; Eric Hobsbawm’ın milliyetçilik ve tarih anlayışını benimsemektedir[8].
Hobsbawm; Milletler ve Milliyetçilik’te, Gellner’ın milliyetçilik tanımını baz aldığını ifade etmiştir: “Esasen politik birim ile milli birimin uyumlu olması gerektiğini savunan bir ilke.”[9] Hobsbawm’a göre millet kavramı, genel yargıya göre eski bir terim olmaktan ziyade aslında çok yeni ve modern bir kavramdır. Ona göre, milletler ancak toprak esasına dayanan bir devletle yani ulus devletle birlikte var olmaya başlamışlardır. Bununla birlikte Hobsbawm; milletin yalnızca ulus devletin bir ürünü olmadığını belirtmiş, iktisadi gelişmenin ve teknolojik ilerlemenin de etkisi olduğunu ifade etmiştir. Yeni geleneklerin yöneticiler tarafından inşa edildiğini ifade eden Hobsbawm, ulusların toplumsal mühendislik ürününün bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir. İcat edilen gelenekler sayesinde toplumun birbirinden kopmasının engellenmesi amaçlanırken aynı zamanda bireylerin yönetici kesime de bağlı kalarak sadık olmaları hedeflenmektedir. Bu sebeple Hobsbawm; milletlerin yönetici kadrolar tarafından yaratıldığını ulusun da ‘‘icat edilmiş bir gelenek’’ olduğunu dile getirmektedir[10].
Postyapısalcılık çerçevesinde Miloşeviç’in Sırp milliyetçiliğine ve ‘‘Büyük Sırbistan’’ projesine değinildiğinde Miloşeviç’in yazılı basındaki söylemlerine ve Sırp milliyetçiliği yönünde literatür kaynaklarının arttırılmasına odaklanmak gerekmektedir. Miloşeviç’in emriyle Sırp Bilimler Akademisi’nin Sırp milliyetçiliğine övgüler döşediği Memorandum, ülke sınırları dışında bulunan tarihsel düşmanlar fikrine dayanarak tarih çizgisi boyunca Sırpların ezildikleri bilgisini barındırmaktadır. Buna paralel olarak Miloşeviç’in emriyle, Sırp milliyetçiliğinin diri tutulması amacıyla Sırp milli şairler/yazarlar yeni eserler yayımlamışlardır. Bu eserlerden biri olan Ölmek Zamanı’nda “Herkes, her şey daima bize karşıdır! Ancak acılara feragatle dayanabilmemiz yaşama irademiz sayesindedir ki, varlığımızı sürdürebiliyoruz!” cümlesinden -bunun gibi birçok fazla örnek mevcut- yola çıkarak Sırp milliyetçiliğinin icat edilmiş bir gelenek düşüncesiyle örtüştüğünü gözlemlemek mümkündür[11].
Yugoslavya çatısı altında İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Sırp vatandaşların mezalime uğrayıp acılar çektiğini tekrar eden Memorandum; aynı zamanda Sırpların, tarihte sürekli haksızlık ile baş başa bırakıldığını vurgulamaktadır. Konuşmalarında sıklıkla Memorandum’a atıfta bulunan Miloşeviç’in; Sırp milliyetçiliğini sistematikleştirme ve meşruiyetini oluşturma amacı gütmüş olduğu aşikardır. Miloşeviç’in söylemlerine odaklanıldığında Sırpların Bosna-Hersek’teki milliyetçilikleri saldırgan olmak yerine kendi bekaları için masumca mücadele ettiklerine dair söylemlerin yer aldığı gözlemlenmektedir. Mağduriyeti kabullenmemek adı altında yayılan Sırp milliyetçiliği, Miloşeviç ve kadrosuna göre, yalnızca milli varlıklarını korumak ve hayat sahalarını genişletmek emeliyle yapılan bir direniştir[12].
Postyapısalcı yaklaşımın iddia ettiği ulusların yaratılmasındaki mit ve anlatıların, Miloşeviç’in milliyetçilik algısında da yer aldığı söylenebilir. Edebi literatürdeki ısmarlama eserler ve bu eserlerle milli karakterlere yapılan övgüler, ‘‘dış mihraklar’’a karşı Sırpların birlik ve bütünlüklerinin tehdit altında bulunması düşüncesinin meşrulaştırılması gibi sebeplerden dolayı Miloşeviç tarafından Sırp milliyetçiliğinin ‘‘icat edildiği’’ni öne sürmek mümkündür. Bu bağlamda Postyapısalcılık teorisinin, milliyetçilik ideolojisine yaklaşımı irdelenirken Hobsbawm’ın ‘‘icat edilmiş gelenekler’’ savının Miloşeviç yönetiminin benimsediği Sırp milliyetçiliği ile örtüştüğü çıkarımı yapılabilir. Yugoslavya’nın tek ve büyük varisi olarak Sırpları gören Miloşeviç ve ekibi tarafından dış düşmanlar yaratılarak Sırpların bekasının tehdit altında bulunduğu imajı çizilmiştir. Bu sebeple de federasyonun dağılmasını ülke bütünlüğünün bölündüğü şeklinde yorumlandığı gözlemlenmiştir. Bunun en somut örneği de ‘‘Büyük Sırbistan’’ ideolojisi söylemidir. Temel olarak Sırp olmayan halklara karşı bir duruş üzerine inşa edilen bu söylem; Hırvatlar (Ustaşalar söylemi), Boşnaklar (Müslüman kimlikleri) ve Arnavutlar (Kosova’daki demografik) ‘‘öteki’’ olarak tanımlanmış ve Sırp ulusunun bekası için bir tehdit olarak sunulmuştur.
İdeolojilerin siyasi hedeflere hizmet etmesi amacıyla tarihin seçici bir şekilde kullanıldığını söyleyen Hobsbawm’a göre; bazı olayları abartıp bazılarını görmezden gelerek hem yüce ve köklü bir geçmiş hem de sürekli bir mağduriyet anlatısı inşa eder. Bu teorinin en net yansımalarını da Miloşeviç’in politikasında görmek ihtimal dahilindedir. Miloşeviç’in tüm söylemleri, Sırpların Yugoslavya federasyonu içinde ve tarih boyunca daima ‘‘mağdur’’ edildiği tezi üzerine kurulmuştur ve bu tarihsel mağduriyet anlatısı, 1990’larda Hırvatistan ve Bosna’daki askeri müdahaleleri meşrulaştırmak için güçlü bir gerekçe olarak kullanıldığı ileri sürülebilir. Sırp milliyetçiliğini güçlendirmek adına literatüre yeni eserler kazandırıldığı bu yolla da milli bilinç diri tutularak milli tarih mitolojilerinin icat edildiği söylenebilir. Hobsbawm, ulus devlet aşamasına adım atmış olan takriben her devletin bu yola başvurduğunu söylemektedir. Fakat belirtilmelidir ki, Miloşeviç yönetiminin savunduğu ‘‘masum’’ Sırp milliyetçiliğinin, neredeyse yirmi birinci yüzyılın başına denk gelecek olan yıkıcı bir savaş ve katliama sebep olduğu unutulmamalıdır.
Sonuç
Srebrenitsa soykırımının tanınması yönünde atılmış tarihi ve sembolik bir adımı bildirmekle kalmadığını aynı zamanda günümüz dünyasının ne kadar kutuplaştığını tarihsel acıların güncel jeopolitik mücadelelerde bir araç olarak ne şekilde kullanılabildiğini ve BM sisteminin işleyişindeki stratejik hamleleri de gözler önüne serdiğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte; Srebrenitsa’da yaşananların hem uluslararası ceza mahkemesi tarafından ‘‘soykırım/katliam’’ olarak nitelendirilmesine hem de yaptırım gücü olmamakla beraber diplomasideki etkisi açısından BM Genel Kurulu’ndaki tartışmalara rağmen soykırımın yalnızca Sırbistan tarafından değil on dokuz ülke tarafından da ısrarla reddedildiği gözlemlenmektedir. Ayrıca BM Genel Kurulu’nda ‘‘hayır’’ oyu veren Rusya, Çin ve Macaristan gibi ülkelerin, Batı liderliğindeki uluslararası düzene karşı net bir blok oluşturduğu saptanmaktadır. Bu durumun da konunun insan haklarından çok, büyük güçlerin mücadelesi olarak algılandığının bir kanıtı olduğu ileri sürülebilir.
Kaynakça
[1] “Srebrenitsa Katliamı: ‘İnsanlığın tanık olduğu en iğrenç suçlardan biri’”, BBC News Türkçe, https://www.bbc.com/turkce/articles/c14evyvrzr0o [12.07.2025].
[2] Age, [12.07.2025].
[3] Age, [12.07.2025].
[4] Age, [12.07.2025].
[5] Maria Todorovo, Bakanlar’ı Tahayyül Etmek, çev. Dilek Şendil (İstanbul: İletişim Yayınları, 2003), 85-97.
[6] Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi: 1914-1995 (İstanbul: Alkım Yayınevi, t.y.), 200-202.
[7] İlhan Uzgel, “1990-2001: Küreselleşme Ekseninde Türkiye-Balkanlarla İlişkiler”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt II: 1980-2001), ed. Baskın Oran (İstanbul: İletişim yayınları, 2010): 490-493.
[8] Andrew Heywood, Küresel Siyaset, çev. İbrahim Özdemir (Ankara: Adres Yayınları, 2013), 206-207.
[9] Eric Hobsbawm, 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik: Program, Mit, Gerçeklik, çev. Osman Akınhay (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2020), 24.
[10] Hobsbawm, age, 24-36.
[11] Tanıl Bora, Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası, (İstanbul: Birikim Yayınları, 1994), 163-166.
[12] Bora, age, 164-171; Tanıl Bora, Yugoslavya: Milliyetçiliğin Provokasyonu, (İstanbul: Birikim Yayınları, 1995), 55-64; 123-132.