2025 yılı itibarıyla Hindistan ve Pakistan arasındaki ilişkiler, 20. yüzyıldan beri süre gelen gerilimlerin yeni bir kırılma noktasına ulaşmış durum olarak karşımıza çıkıyor.
Özellikle Keşmir üzerinden süregelen tarihi anlaşmazlık ekseninde gelişen olaylar, iki nükleer gücün tekrar bir çatışma eşiğine geldiğini gösteriyor. Nisan 2025’te Hindistan’ın Pahalgam kasabasında düzenlenen ve 26 Hindu turistin hayatını kaybettiği saldırı, iki ülke arasındaki ilişkileri diplomatik zeminden askeri gerilime taşıdı. Hindistan, saldırının Pakistan merkezli radikal gruplar tarafından yapıldığını öne sürerken, Pakistan bu iddiaları reddediyor ve olayın tarafsız bir uluslararası komisyon tarafından araştırılması gerektiğini savunuyor.
Hindistan ve Pakistan arasındaki gerilim, 1947 yılında İngiltere’den bağımsızlıklarını kazanmalarıyla birlikte başladı. Keşmir bölgesinin statüsü üzerine çıkan anlaşmazlık, 1947, 1965 ve 1999 yıllarında doğrudan savaşlara neden oldu. Bu sorun günümüzde hâlâ çözüme kavuşmadığı gibi, taraflar arasında zaman zaman sıcak çatışmalara da dönüşüyor.
1947 yılındaki bölünmenin ardından üç kez savaşa neden olan bu tartışmalı bölge, 2019 yılında Hindistan’ın Cammu ve Keşmir’in özel statüsünü kaldırmasıyla tekrar tırmanışa geçmişti. Bu adım, Pakistan tarafından provokatif ve uluslararası hukuka aykırı olarak değerlendirilmişti. Bugün yaşanan gelişmeler, bu kararın uzun vadeli etkilerini daha da derinleştiriyor ve bu durum Güney Asya’daki tansiyonu arttırmış gözüküyor.
Yeni Krizler
22 Nisan 2025’te Hindistan’ın Cammu Keşmir bölgesinde, Hindu hacıların bulunduğu bir otobüse düzenlenen bombalı saldırı sonucu 26 sivilin hayatını kaybetmesi, yeni bir kriz dalgasının başlangıcını oluşturdu. Hindistan, saldırının ardında Pakistan destekli militan grupların olduğunu öne sürerken, Pakistan ise suçlamaları reddederek tarafsız uluslararası bir soruşturma talep ediyor.
Pahalgam saldırısı sonrası Hindistan’ın Pakistan’a yönelik sert açıklamaları, diplomatik ilişkilerin yeniden donmasına yol açtı. Hindistan, Pakistan’ın İslamabad’daki üst düzey diplomatını çağırarak nota verdi; ardından da Indus Suları Antlaşması’nı askıya aldı. Bu, yalnızca sembolik değil, aynı zamanda Pakistan’ın su kaynaklarını doğrudan etkileyebilecek ciddi bir adım olarak karşımıza çıkıyor.
Sınırda yaşanan karşılıklı ateşlemeler, iki ülkenin askeri bir çatışmaya ne kadar yakın olduğunu gösteriyor. Özellikle Keşmir’deki Kontrol Hattı boyunca artan askeri hareketlilik, geçmişte yaşanan ‘‘Cerrahi Operasyonlar’’ ve Balakot Hava Saldırısı gibi olayların tekrarlanabileceği yönünde kaygılar doğuruyor.
Uluslararası Yansımalar
ABD, Avrupa Birliği, Çin ve Birleşmiş Milletler her iki tarafa da itidal çağrısında bulundu. Özellikle ABD Başkan Yardımcısı JD Vance’in açıklaması dikkat çekiciydi: Hindistan’ın kendini savunma hakkını tanırken, tepkilerin bölgesel savaşa dönüşmemesi gerektiğini vurguladı.
Gerilimin en büyük riski, her iki ülkenin de nükleer silah kapasitesine sahip olması. Dolayısıyla konvansiyonel bir savaşın bile hızla büyük yıkıma yol açabilecek boyutlara ulaşma potansiyeli bulunuyor. Ayrıca ekonomik etkiler de göz ardı edilemez: Hindistan ve Pakistan’ın borsalarında düşüşler yaşanırken, yerel halk ciddi ekonomik baskılarla karşı karşıya kaldı.
Hem Hindistan hem de Pakistan, nükleer silah kapasitesine sahip ülkeler. Bu durum, her iki tarafın doğrudan savaş başlatma kararını gözden geçirmesine neden olacak kadar ciddi bir caydırıcılık oluşturuyor. Ancak buna rağmen, kontrollü çatışma senaryoları, örneğin sınırlı hava saldırıları veya terörist kamplara yönelik operasyonlar gündeme gelebilir. Bu tür “sınırlı” saldırılar bile, yanlış hesaplamalar sonucu büyük bir savaşa evrilebilir.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi, sert güvenlik politikalarıyla bilinen bir lider. Yaklaşan seçimler göz önünde bulundurulduğunda, hükümetin saldırıya karşı güçlü bir yanıt vermesi iç kamuoyu açısından kritik olabilir. Pakistan’da ise siyasi istikrarsızlık ve ekonomik zorluklar, İslamabad yönetiminin sert bir dış politika söylemiyle iç cepheyi konsolide etmesine yol açıyor. Bu durum, iki tarafın da karşılıklı tavizler vermesini zorlaştırıyor.
Keşmir’deki sivil halk, yıllardır süren çatışmalardan en çok etkilenen taraf olmaya devam ediyor. Son günlerde sınır bölgelerinde sığınaklara yönlendirme, okulların kapanması ve temel hizmetlerde yaşanan aksamalar, insani bir krizin habercisi. Bu da gerilimin yalnızca askeri değil, aynı zamanda insani ve toplumsal sonuçları olabileceğini gösteriyor.
Bu tür krizler her iki ülkede de milliyetçi söylemleri güçlendiriyor. Hindistan Başbakanı Narendra Modi, saldırının ardından “kararlılıkla karşılık verileceğini” duyururken, Pakistan Başbakanı da “Pakistan’ın küçük görülmesine izin vermeyeceklerini” ifade etti. Bu sert söylemler, barış ve diplomasi çağrılarını gölgede bırakıyor.
Değerlendirme
Hindistan ve Pakistan arasındaki bu yeni kriz, hem bölgesel güvenliği hem de küresel dengeleri tehdit ediyor. Olası bir savaş, sadece iki ülkeyi değil; Çin, ABD, Orta Asya ülkeleri ve İslam dünyasını da yakından ilgilendiren sonuçlar doğurabilir. Nükleer caydırıcılık, şu an için tam kapsamlı savaşı engellese de, sınırlı çatışma riskini ortadan kaldırmıyor.
Gelecek dönemde uluslararası arabuluculuk girişimlerinin güçlenmesi, özellikle Körfez ülkeleri ve BM’nin daha aktif rol alması, tarafların itidal çağrılarına uyması ve Keşmir sorununun çözümüne yönelik diplomatik çabaların artırılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Aksi takdirde bu gerilim, yalnızca Güney Asya’nın değil, tüm dünyanın güvenliği için ciddi bir tehdit oluşturabilir.