Yazar: Ali ŞAHİN
1 Ekim 2024 tarihinde İran’ın İsrail’e yönelik yoğun füze saldırısı dünya çapında şaşkınlığa yol açan bir olay olarak tarihe geçti. Zira İran, 13 Nisan 2023’teki Sadık Vaat Operasyonundan sonra ikinci kez İsrail’i doğrudan hedef almıştır. Bunula birlikte 7 Ekimden bu yana uyguladığı “stratejik sabır politikasını” mümkün mertebe elden bırakmamıştır. Bu doğrultuda İran, İsrail’i hedef almaktan kaçınarak söylemsel boyutta yanıtlar vermiştir.
İsrail’in son dönemde bölgedeki katliamlarını şiddetlendirmesi gözleri İran’a çevirmiştir. Zira İsrail, Gazze’deki saldırılarının şiddeti artırmış, İran topraklarında her ne kadar üstlenmese de Hamas lideri İsmail Haniyye’ye yönelik suikast eylemi gerçekleştirmiştir. Bunlara ek olarak İran’ın bölgedeki vekil gücü olan Hizbullah’a yönelik eylemleri de sıra dışı bir hal almıştır. Zira Hizbullah’ın yönetim kademesine yönelik suikast eylemlerini gerçekleştirmesi, militanlarına yönelik haberleşme cihazları olan “Pager çağrı cihazı” patlamaları, çatışmaları farklı bir noktaya taşımıştır. Buna ek olarak 30 yıldan fazla bir süredir Hizbullah’ın liderliğini yürüten Hasan Nasrallah’a yönelik suikast eylemi ve bunun sonucunda Nasrallah’ın hayatını kaybetmesi bölgedeki çatışmaları farklı bir evreye taşıyacağı göstermiştir. Nitekim İsrail’in, savaşı Gazze’nin dışında Lübnan’a yayacağı gözden kaçmayacak bir detaydır. Bu bağlamda özellikle Hizbullah’ın yönetim kademesinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte, vekil gücü zayıf bir pozisyonda yakaladığını düşünen İsrail, Lübnan’a kara operasyonu planladığını deklare etmiştir. Bununla birlikte İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’nun “İran’ı özgürleştirme” söylemi doğrudan İran rejimini hedef alan bir nitelik taşımış ve bu durum İran rejiminin beka sorununu gündeme getirmiştir.
7 Ekimden bu yana İran’ı bölgesel savaşa dahil etmeye çalışan İsrail, sonraki hedefin İran olduğunu göstermiştir. Bu durum ise İran’ın İsrail’e yönelik bir cevap verme gereğini doğurmuştur. Zira İran’ın, Aksa Tufanı operasyonundan bu yana sert söylemlerinin niteliğini kaybetme ihtimali doğmuştur. Bununla birlikte, moral ve motivasyonu zayıflayan Hizbullah’ın da yeniden konsolide edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda İran, 1 Ekim günü İsrail’e yönelik füze saldırısını zaruri kılmıştır.
İran’ın füze saldırısı değerlendirildiğinde, şimdiye kadar söylemsel boyutta propagandist davranan ve uzun süre bunu gündeminde tutan İran’ın, bu saldırıyı gizli tutması ve ABD’ye iki saat önceden bu saldırıya müdahale etmemesi yönündeki telkini gözden kaçmayacak bir detaydır. Zira Kasım Süleymani’nin ölümü sonrasında ve “Sadık Vaat 1” operasyonunda İran, bunu bir hafta boyunca sürekli gündemde tutmuştur. Ancak bu saldırıların caydırıcılık konusunda beklenenin altında kalmıştır. Bu durum ise İran’ın bölge gerilimi yükseltmek istemediğini göstermiştir. Bununla birlikte İran’ın bu saldırıda Hayberşeken gibi katı yakıtlı füzeleri kullanılması İsrail’i doğrudan hedef aldığını göstermektedir. Bunun yanı sıra hedef alınan noktalar da gözden kaçmamalıdır. Nitekim İran füzeleri bu sefer Hayfa gaz sahası, F 35 Hangarı gibi noktaları hedef almış ve başarı oranları belirtilen operasyonlara nazaran daha yüksek olmuştur. Bu durum ise İran füzelerinin gerektiğinde hedefleri net bir şekilde vurabileceğini göstermiştir. Bu durum ise İran’ın caydırıcılığını ortaya koymuş, gerektiğinde daha şiddetli yanıtlar verebileceğini göstermiştir. Bununla birlikte İsrail’in son dönemlerde kendisine yönelik yapılan saldırılarda prestij kaybını telafi etmiştir. Öte yandan bu saldırı ile birlikte İran, vekil güçlerini yeniden konsolide etmiş, iç kamuoyunu toparlamıştır.
İran, bu saldırısını meşru bir zemine oturtabilmek adına Birleşmiş Milletler 51 maddesini öne sürmüştür. Zira İran, Haniyye suikastını belirtildiği üzere İsrail’in yaptığını bu durumun BM kurallarının 51. Maddesi gereği meşru müdafaa hakkını doğurduğunu ifade etmiştir. Ancak İsrail’in saldırı sonrasında buna sert bir şekilde yanıt vereceğini ifade etmiştir.
Çatışma Nereye Evrilecek?
İran-İsrail çatışma ihtimaline dair, İran’ın pozisyonun anlatan en güzel cevaplar Hamanei’in geçtiğimiz cuma günü verdiği vaazda gizlidir. Zira Hamanei’in, İran’ın cevap verme konusunda gecikmeyeceğini ya da acele etmeyeceğini ifade etmesi stratejik sabır politikasını sürdüreceğini göstermektedir. Nitekim İranlı politika yapıcıları da Hamanei ile paralel ifadeler kullanmaktadır. İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezişkiyan’da savaş istemediklerini ancak savaştan korkmadıklarını ifade etmesi buna en güzel örnektir. Bu durum ise İran’ın İsrail ile uzun vadede doğrudan savaşmayı istemediğini gösterir. Ancak kendisine yönelik yapılacak saldırılara da kayıtsız kalmayacağı anlamına gelmektedir. Öte yandan İran ile İsrail şimdiye kadar vekil aktörler üzerinden çatışırken, şimdiden sonra ise doğrudan çatışma haline gelmiştir.
Bununla birlikte İran, İsrail çatışmasını şeklini verecek diğer unsur ise İsrail’in İran’a vereceği cevabın şiddetidir. İsrail’in, İran gaz sahalarını ya da nükleer tesislerini vurması bu iki devlet arasındaki çatışmanın şiddetini artırabilir. Ancak bu noktada ABD’nin İsrail’e vereceği destek önemli bir unsurdur. Zira bölgede çatışmanın şiddetlenmesini istemeyen ABD, bu noktada İsrail’e gerekli desteği vermeyebilir. Buna ek olarak İsrail’in İran gaz sahalarını vurması küresel bir boyut kazandırabilir.
İran’ın bu durum karşısında jeopolitik kozu olan Hürmüz Boğazı kartını oynama ihtimalini doğurabilir. Zira Hürmüz Boğazı, dünya gaz ve petrol sahası için önemli bir jeopolitik öneme haizdir. Hürmüz Boğazı, Ortadoğu’daki petrol üreticilerinin, Pasifik Asya, Avrupa, Kuzey Amerika pazarlarına bağlayan stratejik bir ana damar olma özelliğini taşımaktadır. Ayrıca dünyada deniz yoluyla taşınan petrolün üçte biri her gün Hürmüz Boğazı’ndan geçmektedir. Buna ek olarak Dünyanın en büyük LNG ihracatını yapan Katar’ın ürettiği sıvılaştırılmış doğal gazın neredeyse tamamı bu güzergâhtan geçmektedir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve UDİAD’ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.