Merhaba, Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği olarak Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erdem Özlük ile ABD’de gerçekleşecek Başkanlık seçimleri üzerine bir röportaj gerçekleştireceğiz. Sözü kendisine bırakıyorum.
Soru 1: Öncelikle, Kasım ayında gerçekleşecek ABD başkanlık seçimlerine dair anket sonuçları göz önüne alındığında, Kamala Harris ve Donald Trump’ın birbirine oldukça yakın oy oranları ile çekişmeli bir yarışa doğru ilerlediğini görmekteyiz. Seçim kampanyası sürecinde Trump’ın ‘‘Önce Amerika’’ sloganı, ABD’de milliyetçilik ve popülizm dalgasını güçlendirerek seçim sonuçlarını etkileyebilir mi? ABD’de artan göçmen karşıtlığı ve ırkçılık gibi toplumsal sorunlar, Kamala Harris yönetiminde nasıl ele alınabilir? Bu noktada her iki adayı ve onların performanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
5 Kasım 2024 seçimlerine geçmeden önce, Amerika’daki genel seçmen profilini anlamak ve hangi faktörlerin seçimlerde belirleyici olduğunu incelemek önem arz etmektedir. Seçmenlerin oy verme davranışlarını etkileyen en önemli unsur, ekonominin mevcut durumudur. Tarihsel olarak, hangi dönemde olursa olsun, ekonominin genel görünümü seçim sürecindeki en belirleyici etkenlerden biri olmuştur. Bunun yanı sıra, Donald Trump’ın 2016-2020 yılları arasındaki başkanlık döneminden itibaren göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı ve sınır güvenliği gibi konular sık sık gündemde yer bulmuştur. Göçmenlerle ilişkilendirilen bu sorunlar, ABD’de güçlü bir göçmen karşıtlığı dalgası oluşturmuş ve Trump, bu söylemleri sürekli vurgulayarak tabanını genişletmiştir. 2024 seçimlerinde de göçmenler ve sınır güvenliği, seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecek önemli konular arasında yer almaktadır.
Trump’ın ‘‘Amerika’yı yeniden büyük yapmak’’ veya ‘‘Önce Amerika’’ sloganı, aslında birinci döneminden itibaren toplumda var olan milliyetçilik ve aşırı sağ söylemleri canlandırma çabası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sloganlar, göçmen karşıtlığı dalgasını canlı tutmak için kullanılan birer araç haline gelmiş ve maalesef Amerikan toplumunda karşılık bulmuştur. Trump, başkanlık döneminde ekonomik anlamda tatmin edici bir performans sergilemiş ve Amerikan ekonomisi belirli bir istikrar sağlamıştır. Bu bağlamda, 2024 seçimlerinde de ekonomik politikalarını ön plana çıkarabilirse, başkanlık yarışındaki en güçlü adaylardan biri olma potansiyelini korumaktadır.
Kamala Harris’e gelince, bu seçim başlangıçta Trump ve Joe Biden arasında şekillenecek gibi görünüyordu. Ancak Biden’ın yaşadığı sağlık sorunları ve performansındaki düşüş, kamuoyu ve Demokrat Parti içindeki baskılar nedeniyle Biden’ın yarıştan çekilmesine yol açtı. Bu gelişme sonucunda, Kamala Harris’in adaylığı Demokrat seçmenler arasında bir heyecan yaratmıştır. Ancak Harris, özellikle ekonomi ve dış politika alanlarında güçlü mesajlar verememiştir. Hitabet gücünün zayıf olması ve Trump’ın, Harris’in kimliği üzerinden yürüttüğü olumsuz propaganda, Harris’in kamuoyu desteğini olumsuz etkilemiştir. Sonuç olarak, her ne kadar ekonomi ABD seçimlerinde her zaman en önemli faktör olmuşsa da göçmenler ve sınır güvenliği gibi konuların, tıpkı önceki iki seçimde olduğu gibi bu seçimde de belirleyici rol oynayacağı söylenebilir.
Soru 2: Donald Trump’a yönelik 3 kez suikast girişiminde bulunuldu. Bu durumun ABD’deki seçmenler üzerinde nasıl bir psikolojik etki yaratabileceğini düşünüyorsunuz? Seçim sonuçlarını etkiler mi?
Suikast girişimi olarak adlandırılan üç olaydan sadece biri gerçek anlamda bir suikast girişimiydi. Bu girişim, Pennsylvania’da gerçekleşen bir miting sırasında vuku buldu. Diğer iki olay ise suikast boyutuna ulaşmadı. Olay meydana geldiğinde, Trump hâlâ Joe Biden ile yarış halindeydi ve Biden henüz yarıştan çekilmemişti. Suikast girişiminin ardından Trump, belirli bir kesimden destek kazandı. Ancak, demokratik ülkelerde bu tür olaylar genellikle anlık tepkilere neden olabilir ve kısa vadede oy oranlarını etkileyebilir. Fakat uzun vadede seçmen davranışlarını belirleyen temel unsurlar genellikle farklıdır.
Olay gerçekleştiğinde seçime hâlâ uzun bir süre vardı ve seçmenlerin oy kullanma anında Trump’ın suikasta maruz kalmasını bir gerekçe göstererek oy vereceklerini düşünmek yanıltıcı olabilir. Bu girişim, Amerikan toplumunun bazı kesimlerinde Trump’a yönelik bir sempati yaratmış olabilir. Ancak seçmenler sandığa gittiklerinde bu olayı hatırlayıp Trump’a oy vereceklerini öngörmek güçtür.
Amerikan siyaseti, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki derinleşen kutuplaşmanın etkisiyle şekillenmiştir. Bu kutuplaşma, Trump gibi göçmenler, kadınlar ve dış politikada sert söylemler kullanan bir ismin başkan olmasının zeminini hazırlamıştır. Bu süreçte, seçmenler arasındaki siyasal geçişkenlik daralmış ve kutuplaşma artmıştır. 2024 seçimlerinde de belirleyici olacak kesim, kararsız seçmenlerdir. Cumhuriyetçi ve Demokrat seçmen tabanı zaten tercihini belirlemiş durumdadır. Kararsız seçmenler içinse ekonomi, sosyal güvenlik ve sınır güvenliği gibi meseleler daha belirleyici olacaktır.
Eğer suikast girişiminin hemen ardından seçim gerçekleşseydi, bu olay Trump için bir avantaj sağlayabilirdi. Benzer şekilde, Biden’ın çekilmesinin hemen ardından Kamala Harris adaylığı sırasında seçim yapılmış olsaydı, Harris de bu durumdan yararlanabilirdi. Ancak uzun vadede, seçmen davranışını bu tür olayların belirleyeceğini düşünmek zordur. Nihayetinde ekonomi, sosyal güvenlik ve göçmen politikaları gibi kalıcı unsurlar, seçmenlerin oy verme davranışları üzerinde daha büyük etkiye sahiptir.
Soru 3: ABD başkanlık seçimi sonucunda, Joe Biden’ı birçok konuda beceriksizlikle suçlayan Donald Trump, seçimleri kazanması halinde Rusya-Ukrayna Savaşı’nı durduracağını ve Rusya ile ilişkilerini düzelteceğini iddia ediyor. Bu söylem seçim sonuçlarını nasıl etkiler? Trump’ın olası bir galibiyetinde bu vaadini yerine getirmesi mümkün mü? Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu noktada, özellikle dış politika meselelerinin ABD başkanlık seçimlerinde seçmen davranışları üzerindeki etkisine dikkat çekmek önemlidir. Dış politika, Amerikan seçimlerinde seçmenlerin kararlarını sınırlı ölçüde etkiler. Örneğin, 11 Eylül sonrası terörle mücadeledeki başarılar, başkanların toplum nezdindeki desteğini artırmış olabilir. Ancak, Rusya-Ukrayna Savaşı gibi ABD’nin doğrudan taraf olmadığı ve yalnızca dolaylı olarak etkilendiği konular, seçmen davranışlarına ciddi bir etki yapmayacaktır. Benzer bir durum İsrail-Filistin meselesi için de geçerlidir. Dış politikadaki başarılar, sansasyonel ve büyük çaplı olmadıkça, seçim kazandırmaz. Ancak dış politikada yapılan büyük hatalar seçim kaybettirebilir.
Donald Trump’ın, başkan seçilmesi durumunda Rusya-Ukrayna Savaşı’nı kısa sürede durduracağına dair iddiaları ise oldukça abartılıdır. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın başladığı günden bu yana bin günden fazla bir süre geçmiştir ve savaş, kendi içinde birçok karmaşık dinamik barındırmaktadır. ABD, bu savaşın doğrudan tarafı değildir ve savaşı sona erdirecek bir pozisyona da sahip değildir. ABD, elbette savaşta pozisyonunu Ukrayna’dan yana kullanmış ve ciddi askeri ile finansal destek sağlamıştır. Bu destekler olmadan, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı bu kadar uzun süre direnmesi mümkün olmazdı. Ancak bu finansal yardımların boyutu arttıkça, özellikle Cumhuriyetçilerin bunu bir siyasal mesele haline getirmesiyle Amerikan kamuoyunda bazı rahatsızlıklar doğmuştur.
Bununla birlikte, dış politika konuları ABD seçimlerini doğrudan etkilemez. Rusya-Ukrayna Savaşı, ABD’de oy kullanacak seçmenlerin tercihini belirleyecek bir mesele değildir. Ayrıca, Trump’ın başkan olması durumunda savaşı bir günde durdurması mümkün değildir. Ancak, tarafların müzakere masasına oturması konusunda bazı diplomatik adımlar atabilir. ABD’nin Ukrayna’ya baskı yaparak bir ateşkes ya da barış anlaşmasına zemin hazırlama çabaları olabilir. Yine de bu senaryonun gerçekleşme olasılığı düşük görünmektedir. Bin günden fazladır süren, Ukrayna’nın karşı atak yaptığı ve Rusya içinde bazı başarılar elde ettiği bir savaşın, ‘‘Başkan olursam hemen çözerim’’ söylemi, uluslararası ilişkilerin dinamikleriyle pek örtüşmemektedir.
Soru 4: ABD Seçim Sonuçlarının Türkiye-ABD İlişkilerine Etkisi ve Öngörüleriniz Nelerdir?
Bu seçim, Türkiye’yi yakından etkileyecek önemli bir olaydır.” şeklinde daha net ifade edilebilir. Türkiye’nin yanı sıra Çin, Rusya, Lübnan, İran, İsrail ve Avrupa Birliği üyesi ülkeler de seçim sonuçlarından etkilenecek, Amerika ile olan ilişkileri ve bu ülkelerin dünya politikasındaki yerleri doğrudan değişiklik gösterecektir. Türk-Amerikan ilişkilerinin son çeyrek asırlık dönemine baktığımızda büyük dalgalanmalar yaşandığını görüyoruz. Son on yıllık süreçte ise özellikle Arap Baharı sonrası dönemde bu ilişkilerin ciddi krizlerle test edildiği bir gerçekliktir.
Türkiye, normal şartlar altında Cumhuriyetçi başkanlarla daha yakın ilişkiler kurma eğilimindedir. Bunun nedeni, Cumhuriyetçi başkanların genellikle güvenlik meselelerine ve askeri ilişkilere ağırlık veren bir politika izlemeleri ve Türkiye’nin bu bağlamdaki pozisyonuna yakın durmalarıdır. Donald Trump döneminde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile sıkça iletişim kurulabilmiştir. Ancak Trump dönemi, Türk-Amerikan ilişkilerinde bazı büyük krizlerin de yaşandığı bir dönem olmuştur. Örneğin, Rahip Krizi sırasında Amerikan Başkanı ve Başkan Yardımcısı’nın açıklamaları ve Donald Trump’ın Twitter üzerinden verdiği mesajlar, Türk ekonomisinde önemli etkiler yaratmıştır. Buna rağmen, Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile diyalog kanallarını açık tutabilen bir liderdi.
Joe Biden’ın ABD başkanlığına gelmesinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beyaz Saray’da Biden ile bir araya gelmemiştir. Sadece iki görüşme gerçekleştirilmiş olup, bu görüşmeler de NATO Zirvesi çerçevesinde olmuştur. Ayrıca, Biden göreve geldikten kısa bir süre sonra, Ermeni Tehciri ile ilgili daha önceki Amerikan başkanlarından farklı olarak “soykırım” ifadesini kullanmıştır. Özellikle Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin bir terör koridoru olarak nitelendirdiği YPG ve ona yakın gruplarla ABD’nin ortak çalışması ve bu gruplara desteğini sürdürmesi, ilişkilerdeki krizlerden biridir. Bu tür krizler yaşanmasına rağmen, Türk-Amerikan ilişkilerinde geçmişte iletişim kanalları açık kalabiliyordu. Ancak, Biden’ın başkan yardımcılığını yapan ve seçimi kazanması durumunda başkanlık koltuğuna oturacak olan Kamala Harris ile ilişkilerin eski sağlıklı iletişim düzeyine dönmesi zor görünmektedir.
Ayrıca ABD Kongresi’nde hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da Türkiye’ye yönelik sempatinin azalması da önemli bir etkendir. Bu nedenle, başkanın kim olduğu elbette önemlidir, ancak asıl sorun Kongre’deki Türkiye karşıtı atmosferin kırılmasıdır. Türk-Amerikan ilişkilerinin yeniden eski rayına oturabilmesi için bu atmosferin değişmesi gerekmektedir. F-35 programından Türkiye’nin çıkarılması, ABD’nin Türkiye’nin terör örgütü olarak nitelendirdiği gruplara açıkça destek vermesi ve ABD’nin Yunanistan ile olan ilişkilerini Türkiye aleyhine olacak şekilde geliştirmesi gibi stratejik adımlar, Türkiye’nin dış politikasında ciddi zorluklar yaratmaktadır. Bu tür sorunların çözümü için Kongre’deki Türkiye karşıtlığının azalması birincil öncelik olmalıdır.
Sonuç olarak, iki başkan adayından hangisinin seçilmesinin Türkiye açısından daha olumlu olacağını değerlendirdiğimizde, geçmiş performanslarına bakarak Donald Trump’ın seçilmesinin Türkiye’deki dış politika bürokrasisi ve karar alıcılar tarafından daha tercih edilebilir bir seçenek olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Trump döneminde iletişim kurmanın daha kolay olduğu bir gerçekliktir.
Soru 5: Donald Trump veya Kamala Harris’in başkanlığı, ABD’nin Orta Doğu politikalarını nasıl şekillendirebilir? Özellikle İran, İsrail ve Suudi Arabistan’a yönelik stratejilerinde ne gibi değişiklikler bekleniyor?
Amerika’da ister Demokrat ister Cumhuriyetçi bir başkan olsun, devletin dış politikası bu kişilerden bağımsız olarak formüle edilmektedir. Dış politikada genel olarak ani değişimler ve hızlı dönüşümler beklenmemelidir. Bu nedenle, bir başkanın değişmesi, ABD’nin Orta Doğu politikasında köklü bir değişiklik anlamına gelmeyecektir. Ancak Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasındaki dış politika söylemleri ve iş yapma biçimleri açısından belirli kategorik farklılıklar bulunmaktadır.
Örneğin, Orta Doğu bağlamında bir değerlendirme yapacak olursak, 11 Eylül olayları sonrasında dönemin Cumhuriyetçi başkanı George W. Bush, önce Afganistan’a, ardından Irak’a müdahale etmiştir. İki dönem başkanlık yapan Bush, görevini devretmeden önce Irak’tan ABD askerlerinin çekilmesine ilişkin bir plan geliştirmiştir. Ardından, iki dönem boyunca başkanlık yapan Barack Obama, George W. Bush döneminde uygulamaya konulan politikaları büyük ölçüde sürdürmüştür. Özellikle, ABD’nin Afganistan ve Irak’tan çekilmesi sürecini başlatan başkanın ardından gelen başkan bu süreci devam ettirmiştir.
Donald Trump döneminde ise Barack Obama’nın İran nükleer anlaşmasından çekilmesi, Orta Doğu’daki gelişmeler üzerinde önemli bir etki yaratmıştır. Genel olarak devletler, dış politikalarını siyasi partilerden ve o partilerin temsilcisi olan başkanlardan bağımsız olarak yönlendirmektedir. Bu nedenle, 5 Kasım 2024’te yapılacak seçim sonrasında Kamala Harris veya Donald Trump’ın başkan olması, ABD’nin Orta Doğu politikasında anlık bir değişim yaratmayacaktır. Ancak, mevcut durum, Orta Doğu’da bölgesel bir çatışmaya dönüşme ihtimali olan bir ortamda seçimlerin yapılacak olmasıdır.
Yeni başkan, İsrail ile ilgili kararlar almak durumunda kalacaktır. Normal bir atmosferde ABD’nin Orta Doğu politikasını şekillendirmesi bir yana, bölgesel bir çatışmaya doğrudan taraf olma ihtimali olan bir durumda Amerikan başkanının karar vermesi farklı bir durumdur. Eğer Donald Trump yeniden başkan olursa, İsrail’in saldırgan politikalarında büyük bir değişim olmayacak; dolayısıyla İsrail, Amerikan desteğini arkasına alarak askeri araçları kullanarak hedeflerine ulaşmaya çalışmaya devam edecektir.
Öte yandan, Kamala Harris’in başkanlığında, diplomatik yolların daha fazla kullanılması ve İsrail’in saldırgan tavrının gözden geçirilmesi mümkün olabilir. Ancak tam anlamıyla bir silah ambargosu uygulanması beklenmemelidir. İran ve Suudi Arabistan konularında ise önemli bir dönüşüm beklenmemektedir. Kamala Harris, İran ile nükleer program konusunu müzakere yoluyla ele alabilirken, Suudi Arabistan, ABD’nin bölgedeki önemli müttefiklerinden biri olmaya devam edecektir. Her iki başkan da Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki normalleşme sürecini destekleyecektir.
15 Ekim itibarıyla ABD, İsrail’in füze savunma sistemine ek olarak yeni bir füze savunma sistemi yerleştirme kararı almıştır. Bu durum, Amerikan askerlerinin füze bataryalarını, rampalarını ve radarlarını yerleştirmek üzere bizzat İsrail topraklarında bulunması anlamına gelmektedir. Bu destekleri yalnızca teknolojik açıdan düşünmemek gerekir; aynı zamanda Amerikan askerinin de bu füze savunma sisteminin yerleştirilmesi konusunda sahada aktif bir rol oynaması söz konusudur.
Dolayısıyla, demokrat bir başkan olan Joe Biden döneminde Amerika’nın İsrail’e verdiği desteğin anlaşılması açısından bu durum dikkate alınmalıdır. Bunun dışında, İran ve Suudi Arabistan ile ilgili olarak Amerikan dış politikasında belirgin bir dönüşüm beklenmemektedir. Ancak, yalnızca Demokrat bir başkan, yani Kamala Harris göreve gelirse, İran ile nükleer program konusunu müzakere ederek, Amerika’nın çekildiği anlaşmaya benzer yeni bir anlaşma zeminini oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Suudi Arabistan, Amerika’nın bölgedeki en doğal müttefiklerinden biri olup, aynı zamanda Amerika’nın en büyük silah alıcılarından biridir. Bu nedenle, Suudi Arabistan’ın pazarı kaybetmek istemeyeceği açıktır; özellikle İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, ABD açısından olumlu bir gelişme olarak görülmektedir. Sonuç olarak, Orta Doğu tablosuna genel bir bakış, köklü değişimlerin yaşanmasını pek olası kılmamaktadır.